Türk tarihinde Kürt isyan var mıdır?

Türk tarihinde Kürt isyan var mıdır?

Yazar Mehmet Ali Bulut: Bugüne kadar “bu bir kürt isyanıdır” diyebileceğim bir tarihi hadise görmedim"

Ben tarihçi değilim. Her ne kadar miladi 700 ila bin arasında İslam dünyasında Türklerin yoğun bulunduğu merkezlerdeki kültür faaliyetleri üzerinde uzun sürün bir doktora çalışması yapmışsam da, tamamlayamadığım için, tarihçiyim diyemiyorum. 

Fakat biraz araştırma bilgisine sahip her insan, dönemin kaynaklarını okumayı da biliyorsa pekala bir konuyu ele alıp neticeye varabilir…

Ben de kendimce böyle yaptım ve gördüm ki, bugüne kadar “bu bir kürt isyanıdır” diyebileceğim bir tarihi hadiseyle karşılaşmadım. 

Biliyorum, hemen diyecekler ki, 1806 Baban Aşireti ve Abdurrahman Paşa isyanları, 1833-1837 Mir Muhammed (Soran) İsyanı, 1838 1. Han Mahmud İsyanı, 1842 - 1847 2. Han Mahmud İsyanı (son döneminde Bedirhan Beyle ittifaken), 1843-1847 Bedir Han İsyanı, 1855 Yazhan Şer İsyanı, 1878-1881 Şeyh Ubeydullah Nehri İsyanı, 1919-22 Simko (Ismail Ağa) İsyanı, 1919 Ali Batı İsyanı,  Mahmut Berzenci İsyanı, 1921, Koçgiri İsyanı, 1924 Beytüşşebab İsyanı, 13 Şubat 1925, Şeyh Said İsyanı, 1925, Nehri İsyanı, 1925 Reşkotan-Raman İsyanı, Kasım 1925, 1. Sason İsyanı, 1926 1. Ağrı İsyanı, 1926 Hazro İsyanı, 1926 Koçuşağı İsyanı, 1927 Mutki ve 2. Ağrı isyanı, 1927 Bıcar İsyanı, 1929 İt Resul ve Tendürek isyanları, 1930 Savur, Zilan, Berzencivs isyanları, 1937 2. Sason ve Dersim isyanları, isyan değil mi?

Evet bunlar isyandır ama “Kürt isyanı” değildir. Elbette birileri devlet gücüne baş kaldırmış, oluk gibi kan dökülmüş, acılar yaşanmış, kalplerin arasına uzun yılların tedavi edemeyeceği öfke ve intikam hisleri girmiş ama inanın, bunların Kürt halkının ayrılıp bağımsız bir devlet kurmak için başlattığı isyanlar değil. 

Aksine, hepsi, idareye ve kötü yönetime karşı çıkıştır ve yönetici sınıfını adil olmaya çağırmaktır. 

Ben şuna inanıyorum, Eğer Kürtlerin ayrılmak niyeti olsaydı, istiklal savaşının başlangıç yılları bunun için müsaitti. Pekala ayrılıp devletlerini kurabilirlerdi. Bulgarlardan, Araplardan ve Ermenilerden daha aciz değillerdi ki… 

Kürtler kendilerini ne Osmanlıdan ne de Türk halkından ayrı görmedikleri için bu vatanın asli sahipleri olarak acıyı ve ekmeği paylaştılar. 

Bölge idarecilerinin zulmü, merkezin yanlış reçeteleri, zaman zaman Kürt halkını canından bezdirmiştir. Bunu fırsat bilen bazı kanun kaçakları bireysel ikballeri için bu memnuniyetsizliği kullanıp devlete isyanı bayrağı açmışlardır. Ayrılmak için değil, devleti adalete mecbur etmek için. Tamamen yönetici takımının aczinden ve adaletsizliklerinden doğmuş isyanlar yani… 

O yüzden de yukarıda saydığım isyanların kahir ekseriyeti feri, mevzi ve şahsi isyanlardır. Dikkat ederseniz, hepsi de, bizim işleri iyi idare edemediğimiz dönemlerde baş göstermiştir. 

Cumhuriyet döneminde –ki özellikle 1925 ila 1935 yılları arasında-  yaşanan silahlı çatışmalar ise, cumhuriyet adı altında yapılan bazı icraatların din karşıtlığı olarak algılanmasından kaynaklanmıştır. Çoğunun da arkasında -şimdi PKK’da olduğu gibi- dış parmaklar vardı. Kürt halkının bir isyanı haksızlığa ve kötü idareyedir. Ayrılıkçılık diye birderdi yoktur. 

Kürt halkı serazattır, hürriyete ve adalete düşkündür. İtaate zorlamasından hoşlanmaz ama kendi gönlüne bıraktığın zaman itaatin ve saygının en güzelini sergiler.

Dindardır ve dinine bağlıdır. Kendisi dinini tam yapamazsa bile, amirinin ve yöneticisinin dindar olmasını sever ve bekler…

Yıllar önce (1993-94) doğuya ve güney doğuya gönderilecek memurların “Zülcenaheyn” (Türkün kabul ettiği Kürdün beğendiği zatlar) olması gerektiğini yazmıştım. Bölgedeki huzursuzlukların giderilmesi için bölge illerine “seyyid valiler” tayin edilmesi teklifinde bulunmuştum. Ama o dönemde kimsenin bunu görecek, anlayacak hali yoktu. Çünkü PKK, gemi azıya almış, çoluk çocuk demeden katliamlar yapıyordu. Sadece genelkurmaydan olduğunu söyleyen –ki sanmıyorum hala- bir albay(!), beni “boyundan büyük işlere kalkışma” diye uyarmıştı…

PKK’nın ilk işlediği cinayetlerin hemen hiç birisi TC’ye ve Türk halkına yönelik değildi. Doğrudan Kürt halkına yönelikti. Yakılan okullar, yok edilen köprüler ve yollar halkı imkanlardan mahrum etmeler hep bölge halkına yönelikti…

Bu dinsiz kitapsız Marksist örgüt, başarılı olmak için Kürt halkını yanına almak zorunda olduğu için önce onun yüreğine korku ve nefret yerleştirmek istedi. O yüzden de ilk dönem eylemlerinin hepsi Kürt halkına yönelikti. Nitekim o öldürülen bebekler bölge halkının bebekleriydi…

Çünkü PKK bir Kürt örgütü değildi. Yeni bir Taşnak örgütüydü ve 1915 öncesi olaylarının intikamını alıyordu Kürt halkından. Bu örgütün büyümesinde Türkiye’nin ferasetsiz idarecilerinin de vebali var elbette. Çünkü eskiden, Kürt halkının, faşist ve ırkçı eğilimleri hemen teşhis edip onları bertaraf eden feyiz ocakları, medreseleri ve alim ulema yetiştiren merkezleri vardı. 

Biz o kaynakların hepsini, katı bir laikçi anlayışa –laikliğe hiçbir itirazım yok- kurban ettik. Yerine yenisini koyamadık. Halkın, dinini diyanetini doğru öğrenecek kurumları yok ettik. 

Bölgeye gönderdiğim memurlar ve amirler, orayı sürgün yeri bellediler. Sonunda kalpler kırıldı, sular bulandı ve yeni gelen gençlik, toplumu birbirine bağlayan rabıtalardan ve bağlardan habersiz büyüdü…

İşte PKK, böyle bir zeminde yeşerdi. Ve artık maalesef iş, bir tarafın çabaları ve fedakarlığı ile bertaraf edilecek boyuttan çok uzaklaştı. İki tarafın aklı başında insanlarının yüreği hançerlerin ucuna geldi. 

ABD’nin Irak’ın yeraltı zenginliklerine, İsrail’in de “Kutsal Fırat Havzası”na göz dikmesi, PKK’yı baş edilmez hale getirdi. 

Ama şimdi görüyorum ki PKK için yeni bir imkan olarak görülen bu durum bizim için de bir fırsat olacak. Çünkü PKK’nin yabancıların taşeronu olduğu ayan beyan ortaya çıktı. 

Bu durum, Türkiye’nin lehinedir, eğer sürec doğru değerlendirirse. 

PKK kendi içinde ikiye ayrıldı. Hatta üçe diyebiliriz. Temelde AB’cı ve ABD’ci iki PKK oluştu. ABD taraflısı PKK içinde Mossad tarafından yönlendirilen ve nispeten daha derinden giden bir gurup daha var; Barzani ile ilintili bir gurup. Bu ikisi, Amerikan mandacılğında görüyorlar kurtuluşlarını. 

PKK’nın gerçek yüzü görülmeye başlandı. Halk, aramıza nifak sokulduğunu anlamaya başladı. O yüzden de Gül’ün ziyaretine olağanüstü bir ilgi göstererek “ben işin farkındayım” demek istedi… 

İşte Gül’e bölgede gösterilen ilgilnin gerçek nedeni bu. Gülün ziyaretinin ne anlama geldiğini de yine en iyi onlar biliyorlar. PKK ziyaretten duyduğu tedirginliği hiçbir itiyat gözetmeksizin ortaya koydu. Gül’ün doğuyu ziyaretini “bir tasfiye hareketi” olarak değerlendirdi. 

Öcalan, ‘düş’ünün kabusa dönüştüğünün farkında. Kürt halkının onun gerçek yüzünü görmeye başlamasıyla onun bir “gizli servisler hadimi” olduğu ortaya çıkacak. Arafat’ın, Saddam’ın, Aziz Nesin’in yaptığı gibi onun da bir hizmetli olduğu anlaşılacak. O sadece bir isyancı olsaydı çoooktan idam edilmiş veya öldürülmüştü zaten. 

Ne ise Öcalan, artık suyunun ısındığının farkında. Çünkü efendileri şimdi başkalarıyla flört ediyor. Ve Said Nursi’nin bölge için öngördüğü, “birlikte güzel zamanların yaşanacağı o  mevsim” başladı. Elbette sıkıntılar hemen ortadan kalkmaz. Mart bahardır ama kışın şartlarını yaşatır. Hatta bazen daha da ağır...  

Bu mevsime girerken bize düşenin ne olduğunu Abdullah Gül ziyaretiyle anlamış olduk umarım. 

Bu ziyaret, bölge halkının bizden nasıl idareciler istediğini bize gösterdi. Laikçilik –bakın laiklik demiyorum- ayakları orada sökmüyor. İlla da dindar ve dinine bağlı idareciler istiyor bölge halkı. Gördünüz halk “Gül”üne kavuşmaktan ne kadar memnundu. Evet halk gülünden memnundu ama galiba gülün dikenleri birilerine battı. 

Dikenlerin kimlere battığını zaman gösterir diyecektim ki fırsat kalmadı. İlk ciyaklama İmralı’dan geldi. Ben eminim sadece o değildir. Onun canı çok yandığı için ciyakladı. Diğerleri de sırada… Yakında DTP’nin da ciyakladığını göreceğiz. Çünkü maalesef kürt halkı adına değil, İmralı’dan gelen talimatlara göre hareket ediyorlar.

Kendi inisiyatifleri ile hareket ettikleri ilk birkaç gün nasıl da iki tarafın sevgisini hemen devşirmişlerdi. Sonra talimat geldi, çark ettiler.  

Onlar ya gerçekten bölgenin imkanlarının arttırılması için siyaset yapmayı öğrenecekler, ya da halk onları da tasfiye edecek. 

Öyle Taşnakçı ayaklarla hizmet olmuyor. Ve tabii laikçilik ayaklarıyla da. Dikenin bir ucu da onlara battı sanırım. 

Gidip Erzurum’larda Ramazn ayında su içmelerle, laik devlet gereği(!) halkın inancıyla alay etmelerle de olmuyormuş gördünüz. Baskı ve yıldırmayla da olmuyormuş….

Ya ne ile oluyormuş?

Sevgiyle… Halkın imanına, dinine saygıyla…

Evet adil olacaksınız, bölge halkının ne beklediğini bilerek reçete yazacaksınız ve imkanlarınızı onunla paylaşacaksınız. Halkın istediği bu. Ayrılık falan değil! 

Bir banını oğulları arısında bile zaman zaman anlaşmazlık çıkar. Biz Türkler ve Araplar bu ümmetin büyük ağabeyleriyiz. Ağabeyler küçük kardeşlerin zaman zaman serkeş çıkışlarını hoş karşılarlar. Çünkü ağabeydir ve ağabey kardeşinin de büyüdüğünü görmek ve anlamak zorundadır.

Biz de onların talepleri olabileceğini ve bunu talep etmeye haklı olduğunu bileceğiz. Ve ona göre davranacağız. Zaman herkes için terakki zamanıdır. Eski hal muhal, ya yani hal ya izmihlal. Ya birbirimize düşecek, ikimizin akıbeti gelinceye kadar birbirimizi yiyeceğiz. Veya iki kardeş olarak babamızın malını adilane paylaşıp kardeş kardeş düşman çatlatacağız. 

Hangi aklı başında ikinci yol varken diğerini seçer?

O yolu seçmek için ya Taşnak tabiatlı PKK olacaksınız, ya dinsizliği meslek edinmiş laikçi bir ahmak olacaksınız? 

Ama sanırım ikisinin de ömrü doldu. Bu topraklar üzerinde yaşayan bu Müslüman halk, adıyla, tarihyle övünç duyarak birlikte yeni zamanların destanını yazacaklar… 

El hakku ya’lu vela yu’la aleyh!

Mehmet Ali Bulut-Bugün