Şehrin büyüsünü bozdular, ey okur!

Kültür Şûrası münasebetiyle bir araya gelen akademisyen ve belediyecilerin ortak konuları “değişen kentler ve kentlilik kültürü” etrafında oldu. İş yoğunluğundan çok istememe rağmen katılma fırsatı bulamadım.

1976’dan sonra hafızamda olanları yoklayınca 1980’li yıllardan sonra şehir kültüründe olağanüstü bir değişim ve kırılma yaşandığını fark ettim, ey okur!

25-30 yıl önce çocukların hiç durmadan, sorumsuzca dizlerini yarmak, çılgınca kayısı çekirdeği ve gazoz kapağı biriktirmek gibi -bugün garip gelebilir- alışkanlıklara sahip olduğu bir şehirdi Konya… En yakın arkadaşına “ortilli” diye hitap eden çocukların korsan nidalarıyla kayısı, erik, kiraz ağaçlarına dadandığı, mazbut aile çocuklarının da “len oğlum, heram olur len!” diye karşı çıktığı yerdi. Küçücük DSİ kanallarında yüzdüğünü sanan çocukların toprağa sırtüstü uzanıp dünyanın en büyük, en derin, en mavi, en uzak denizinin altında güneşlendiği bir gökyüzüydü. Bir cami hocasının kaşlarını çattığında bütün çocukların pustuğu, bir çocuğun yaz dönemi Kur’an kursundan kaçmak için en hızlı yüz metresini koştuğu tozlu yollardı. Bazen cumbalı kerpiç evlerin kenarlarında saksılar içinde uzanan fesleğenlerin, yasemenlerin, karanfillerin kokularıyla bir annenin elinde başlayan ve biten komşu gezileriydi. Ev kadınlarının televizyonlu bir evde toplanıp Türkan Şoray filminden sonra ağlaştıkları, Saray Sineması dönüşünde mahalle sosyetesinin gittiği filmi anlata anlata bitiremediği bir mahalle oturmasıydı. Erkek çocukların bazen abilerinin montunu alıp saçlarını ıslatıp şekillendirerek âşık oldukları sınıfın güzel kızının oturduğu evin önünden bisikletle geçerek hava attıkları zamanlardı. Babanın elinde poşetlerle eve dönüşünü beklemekti bazen… En iyi maçını oynarken ablanın gelip zorla akşam yemeğine götürmemesi için çılgınca Allah’a dua edip yalvarmaktı. Çatı katına çıkıp gizli gizli ağlamaktı kimi zaman, mahalle maçına seni çağırmayan arkadaşlarının gidişini küçücük bir camdan seyrederken…

Konya buydu. Konya’da ve Anadolu’nun medeniyet izi bulunan diğer şehirlerinde şehir ilişkilerini düzenleyen yapının hâlâ fark edilebilir bir nitelik taşıdığına inanırım.

Birinci Kültür Şurası’nda sunulan tebliğlerin en anlaşılabilir cümlelerinden biriydi “Şehirlerin büyüsü bozuldu” ifadesi… Şûra’ya katılamadığım halde, katılanların aktardıkları ve ajansların geçtiği haberler ışığında Şûra’dan elde edilen kazanımın tedaviden çok teşhise işaret eden sonuçları olduğunu gördüm. 

Şehirlerin büyüsü yıllar önce bozuldu, yakın değil… Sokakların yüzünü ağartmak adına belinden budanan salkımsöğütler, insanın gelenekle olan irtibatını kesen imar faaliyetleri, tarihi dokuyu yeniden kazanma adına yapılan istimlâk çalışmaları, şehirlerin ortasını “süslesin” diye kondurulan ve hiç aktığını görmediğimiz fıskiyeler, pis havuzlar, yapay şelaleler, şehirlerin büyüsünü bozan detaylardan bir kaçı...

Safranbolu, Kastamonu, Beypazarı, Amasya gibi tarihi konaklarını ve Arnavut kaldırımlarını hâlâ koruyabilen şehirlerin dışında bütün şehirleri, “modern” belediyecilik anlayışı, “kentleşme” adına ne yazık ki birbirine benzetti.

1980’den sonra gelen yerel yönetimlerin asfalt ve beton hamleleri, çok katlı apartman çılgınlığıyla birleşince, şehirlerin kimyası büyük ölçüde bozuldu. Şehir kokularını kaybeden ‘kentliler’in burnu, artık sabah evden çıkarken sıktıkları parfümlerinden başka koku almaz oldu. İki katlı toprak ve kâgir evlerin önünden sokağa açılan kapı her açılışında, farklı bir koku getirirdi odalara… Şimdi yağmur kokularına hasret kaldı çocuklar. Çıkmaz sokakları çıkar hale getirince sokak arasında oynadıkları oyunlara hasret bıraktılar onları. Çıkmaz sokakları ortadan kaldıran konut çılgınlığı; bir süre sonra sokakları da ortadan kaldırınca köşe başında az da olsa rastladığımız ip atlayan kızları, futbol oynayan erkek çocuklarını da caddelere mahkûm edecek.   

Gele gele karanlık bir çağa geliyoruz ey okur! Acının, feryadın her yanımızı kapladığı, zulüm dolu günlere geliyoruz. Balkondan düşen çocukların haberleri yürekleri dağlarken, çaresiz yoksullar, oteller zincirine benzer hastanelerin koridorlarında şifa arıyor. Hızlı konut projeleri artadursun mütevazı konaklarından birkaç tane kalan Sedirler ve İşgalaman’a da çoktan iş makineleri girdi. Sahi, eski evine karşılık 3–5 daire daha koparabileceği bir “müteahhit” aramayan kaç Konyalı kaldı şu şehirde? Şehrin büyüsünü en çok biz müteahhit meraklısı Konyalılar bozmadık mı? Şunu bil ki, her yanımızı saran tehlikeli ışınların ortasında, yaralı hayvanlar gibi debelendiğimiz bugünlere, bilerek, isteyerek geliyoruz. Haberin olsun!

 

------------------------------

 

KULAĞINA KURŞUN!

 

Karatay Belediyesi’nin Kar-Fet içinde yaptığı parkı, ihtiyar bir amca yağmur yağmış da olsa her gün suluyor. Yetkililere söylesek bir de parkın içindeki pisliği temizlemek için görevli istihdam etseler!

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.