
M. Faik Özdengül
Derse devam…
Okurlarım mailleriyle ulaştılar bana. Yazmadınız bu hafta diye geçen haftadan için. Nedenini sordular. Ben de yazdım ama yayınlanmamasında editörle karşılıklı olarak mutabık kaldık dedim.
Geçen hafta Rixos’ta zaman geçirdim. Gördüğüm bazı aksaklıkları yazmıştım yazımda. Mehmet Ali Bey aradı beni, eğer kırılmazsam bu tür yazıların köşede değil de tüketici köşesi tarzı bölümlerde yayınlanmasının uygun olacağını, bu yüzden kırılıp kırılmayacağımı sordu. Ben de kırılırım ama sonuçta gazetecilik açısından neyin uygun olacağını yeterince bilemeyebileceğimi söyledim ve yazıyı karşılıklı mutabakatla çektik yayından. Tabi narsistik bir kırılma yaşadım. Sonra bu kırılmayı içimde hazmedip olgunluğa dönüştürmeye çalıştım. Bu da yazıp durduklarımla ilgili benim yapmam gereken daha doğrusu başarmam gereken bir durumdu.
Az önce de teravihten eve gelirken dar bir yolda bir araçla karşılaştık. İki araba geçemez bir yol. Önce durakladım sonra geri vitese takıp bir
Ben de çekildim ama aslında zor geldi. Daraldı içimde bir yer. Bu daralmanın süresinin az olmasını diledim. Belli bir süre sonra da hiç daralma olmayacak zamanın gelmesini. Yani yine bir narsistik kırılma yaşadım orda da.
Kendilik psikolojisinde aynalanma diye bir tabir var. Çocuk sürekli aynalanırsa her şeye sahip olduğunu sanan bildik bir narsistik kişilik oluşur. Aslan oğlum kaplan kızım gibi çocuğun her yaptığı her söylediği sürekli karşılık bulur ve hiç kırılma yaşamazsa. Bir de ters aynalanma vardır. Çocuk coşkuyla yanınıza gelir bunu yaptım şunu başardım gibi eğer ebeveyn bu coşkuya hiç ortak olmazsa karşılık vermezse o zaman da çocuk duvara çarpmış gibi yara bere içinde kalır ve kendini berbat kötü hisseder. Çocuk için anne babanın yüzü ve tutum davranışları ayna gibidir, yapıp ettiklerinin anlamını kavramak için. Bu günlük hayatta da böyle. Çocukken bu aynaya çok bakanlar büyüyünce de bir şey söyleyip ya da yaptıkları zaman hep diğeri ya da diğerlerinin yüzlerine bakarlar doğru mu eğri mi yaptıkları diye. Hep ters aynalanan çocuklar zaten kolay cesaret edemezler bir ey söylemeye. Bir de hiç aynalanmayan yani ihmal edilen çocuklar vardır. Neyin doğru ya da yanlış olduğuna karar vermeleri çok güç. Hiç aynada kendilerine bakmamışlar hiç aynaları olmamış. O yüzden bir türlü emin olamazlar kendilerinden, kendi değerlerinden ve sürekli aynalanma ihtiyacı isterler. Onay ararlar. Değer ararlar.
Bir de optimal kırılma diye bir şey var. Bazen anne babalar çocuklarına optimal kırılma yaşatmalılar. Sürekli aynalamak yerine zaman zaman onları gerçekle yüzleştirerek sabırı ve tahammülü öğretmeliler. Her istedikleri her zaman ve anında olmamalı. Bunu zaman zaman yapmalılar. Hepimiz hem aynayız diğerleri için. Hem de artık aynalanma ihtiyacından yavaş yavaş kurtulmalıyız. Kendimize ait bir değer iç görümüz olmalı. Ayrıca aynalanmadığımız zamanlarda da buna tahammülümüz olmalı.
Ben de kendime biçtiğim değerle ilgili olsa gerek yukarıda yazdığım türden kırılmalarda zorlanıyorum. Eskiye göre azalmakla birlikte hala yeterli değil. İncinmemeyi öğrenmekmiş asıl olan. Yaşadıklarımız da öğretmenlerimiz. Derslerimiz. İncinmemeyi öğreninceye kadar derse devam. Ders deyince yeni eğitim dönemi de hayırlı olur inşallah tüm öğrenci ve öğretmenlere. Aslında her an eğitim dönemi ta ki ustalaşıncaya kadar. Yani ya öğrenciyiz ya da öğretmen.
www.pozitifdegisim.com
sayın her hangi biri,hiç birimiz aynalardaki görmek istedigimizi görmüyoruz,ortada bir haksızlık var,kırılganlıgın olgunluga dönüşmesi için haklı bir nedenininizin olması gerekiyor,sudan bir sebeple yazarın yazmak istedigi gerçekler neden yazılmasınki,işte televizyonları görüyorsunuz,yazılmayan,sümen altı olan her şey zamanla su yüzüne çıkıyor,o yazmasın,bu yazmasın peki kim yazsın?pozitif degişim derken gördügümüz olumsuzlukları yazamazsak ne anlamı kalırki degişimin,ÜÇ MAYMUNU OYNAYARAK,POZİTİF DEGİŞİM GÖSTEREMEYİZ, diyorum
Yanıtla (0) (0)saygılarımla
dersi kaynatmayalım arkadaşlar, ben yazarın açıkcası kırılmayı nasıl olgunluğa dönüştürdüğü ile ilgilendim....ve çocuklukta yaşanılan aynalanmalar bir ebeveyn olarak neleri nasıl yapmam gerektiği ile ilgili bilgiler çok netti...bu yazıda bir öğretmen değilmiydi...bilene...yoksa hala aynalarda görmek istediğimizi mi görüyorduk...
Yanıtla (0) (0)bizde biliyoruz kanunları ama her nedense kanunlar,kişilik hakları çiynenirken hiç ses çıkmıyor,LAİKSEN SU İÇ yazısıda buna bir örnek,her her istedigini yazsın sıra yazarımıza gelince kanun var,ayrıca sayın Turgut Özal Türkiyenin Cumhurbaşkanı,YASALAR DELİNMEK İÇİN VARDIR DEMEMİŞMİ,hadi delmedik yasaları ozaman herkes kanun ve nizamlara uysun,ben memeleket gazetesini hiç aksatmeden okurum,kanun ve nizama herkes uyuyorsa sayın yazarımızda uysun.ayrıca açıklama Mehmet Ali Beyden gelmeliydi diyorum,saygılar sunuyorum.
Yanıtla (0) (0)ÖTEKİ TARAFTA İNSANLARIN PİŞMAN OLDUKLARI ŞEYLER İÇİN DÜNYADAKİLER BİRBİRLERİNİ YİYORLARMIŞ,hayırlısı olsun
Bazı kanunlar/kurallar vardır. Mesela Eczahaneler reklam veremezler. Muhasebeciler ve avukatlar da reklam veremezler. Kanun böyle söylüyor. Markaların korunması diye bir kanun var. Bu kanun da markaları koruyor. Gazetelerde tüketici şikayetleri ancak 'Tüketici Köşesi' olarak açılan köşelerde ele alınabilir. Normal bir köşe yazarı köşesinde falanca marka ya da filanca ürün hakkında açıkça eleştirilerini yazamaz. Bunlar da kanunla belirlenmiş şeyler. Dolayıyla, yazarın gazetede yazısının yayınlanmama nedeni bu ise gayet tabidir. Zaten yazar da 'editörle mutabık kaldık' diyor.
Yanıtla (0) (0)Sevgili Yazar'ım,insanlar düşündüğünü düşündüğü gibi,yaşadıklarını da aynen yazamadıktan sonra köşe de ne işi olur.O zaman idareciler yazıları hazırlasın siz de yazmış gibi gözükün.Olur mu böyle bir şey.Siz yine de üstü kapalı bahsedin, biz anlarız.Yol verme konusunda da fazla alttan almak iyi değildir.Siz alttan aldıkça o kişiler tepenize çıkar.Hayırlı Ramazanlar.Kendinize iyi bakın.Selamlar...
Yanıtla (0) (0)