Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Bilim ve din

XXI. yüzyıl Batı uygarlığı, bilim ve teknolojide korkunç ilerlemeler kaydetmesine rağmen, insani ve ahlaki değerler alanında ise inadına bir düşüş yaşadı.


İnsana sadece biyolojik bir varlık olarak bakıldı. Onun maddi ihtiyaçlarıyla ilgilenildi. Her şey, onun nefsanî ve behimi arzularını kışkırtmak üzere kurgulandı. Kentlerin yapısı, büyük alış-veriş merkezleri, sosyal hayatın görünen yüzü, reklâm, kadına bakış, kılık-kıyafet, eğlence merkezleri,  tüketim kültürü alanları vb. olgular,  hep insanın maddi yönüne hitap eden bir pozisyon kazandı.


İnsanın dünyası, salt yaşadığı; üretip-tükettiği fiziki alandan ibaret değildir.


İnsanın manevi, metafizik bir dünyası da vardır. Nasıl ki, zeytinyağının zeytin’e, gülsuyunun gül’e sindiği gibi, ruhanilik de bedensel formla iç içedir.


İnsan, ruhullahtır. Asıl ona değer katan da bu yanıdır. Bu bağlamda metafizikle ilişkili olarak din, sanat ve estetik fenomenlerden insanı ayrı düşünmek çılgınlıktır.


İnsanı, salt bedensel bir forma indirgeyen anlayışlar, kendi hayatlarını baharlarında tüketmişlerdir. Eğer insanın ve hayatın bu âlemde bir manası, anlamı yoksa yaşamanın ne anlamı vardır? sorusu onların aşına ve iç dünyalarına acı katmıştır.


İnsan, kendisini anlam dünyasıyla var kılar. Varoluşsal anlamda güvende hisseder.


Temeli, Allahsızlığa dayanan modern uygarlık, tek dişli bir canavara dönüşmüştür. Bundan dolayı da bilimi, tekil bir dünyaya mahkûm etmiştir. Bu oltaya takılanlar, hayatı kendilerine zehir ettikleri gibi, çevresindeki insanları da, kamu gücünü eline geçirdiklerinden dolayı kendi insanını da, dahası bütün bir insanlığı da fesad, kargaşa ve bozgunculuğa sürüklemişlerdir. Çünkü küpün içinde ne varsa, dışına o sızar.


Mantıkçı pozitivizmin elinde bilim, salt gözlem, deney ve tecrübe konusu olan şey olarak tanımlanmıştır. Bu tanıma göre, ilahiyat bir bilim değil, hurafedir. Dünyada bu zihniyet büyük değişimler yaşamışken, biz de hala fosilleşmiş kafaların derin kalıntıları varlığını sürdürmektedir.


Maddeci ve tekil bakış açısı, bir bilim ahlakına da sahip değildir. O, mütemadiyen kendi ayağına kurşun sıkmakla meşguldür.


Bilim, verilerle hareket eder, doğrulayamadığını değil, yanlışlığını ortaya koyduğu şeyleri reddeder. Biz de bilimcilik oynayanlar ise, yanlışlığını ortaya koyduğu şeyi değil, doğrulayamadıkları şeyi reddetmekteedirler. Modern bilimciliğin, din ve dinle ilişkili konularda agnostik bir tavır takınamamanın sebebi budur.


Bilim, insan ürünü, yaratılmış olan, din ise, vahye dayalı yaratılmamış olandır.


Bilim ve dinin ilgilendiği ortak nokta; “varlık”tır.


Bilim varlığa “nasıl?” sorusunu sormalıdır. Örneğin, su nasıl meydana geldi?, Anne karnında ‘cenin’ nasıl oluştu? Isınan metaller nasıl genişler? vb. gibi sorulara cevap arar, bilim.


Bilim, kendine bir sınır çizmelidir. Ama o, kendi sınırlarını önyargılarıyla aşmaktadır.


Din ise varlığa, “nasıl”dan ziyade “niçin?” varoldu sorusunu sorar. Varlığın başlangıç ve sonuyla ilgilenir. Varoluştan amaç nedir? sorusu dinin alanına girer. Çünkü hayatın bir anlamlar dünyası vardır. Mesela, insan niçin yaratıldı? Bitikler, hayvanlar, su, ateş, toprak, güneş, ay, yıldızlar vs. niçin yaratıldı?  Niçin, yaratılışta amaçlı bir düzen vardır? İşte bu ve benzeri sorulara cevap vermek “din”in alanına girer.


Eğer bilim ahlakı olsaydı, dine, dindarlara, dince kutsal kabul edilenlere ve dini müesseselere olumsuz bakılmazdı.


Evet, bir bilim ahlakından söz edilmektedir ama sadece satırlarda, sadırlarda değil.


Bugün bilimin gelip dayandığı nokta: İzafilik.


Modern bilimde mutlak doğru yoktur, güncel doğru vardır. her an, bilimsel sonuçlar değişebilir, çürütülebilir.


Din, vahiy öyle midir?


O halde bilimi ideolojik bakıştan arındırmak erdemli insanların ahlakıdır.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum