Takvimlerden haberin yok mu...

Takvimlerden haberin yok mu, geçiyor yıllar…


Yazın havalar ısınınca, daha doğrusu sobaya gereksinim kalmayınca odadan mabeyne taşınırdık. Dört odalı bir ev düşünün. Bu odalara girişin olduğu ve direkt dışarıya açılan geniş bir salon yani. Mabeyindeki köşelerin birisi babaannemin diğeri babamındı. Biz onların yokluğunda o köşelere oturabilirdik. Onlar varken yanlarına dizilirdik. Babamın bir gözü saatte olurdu, ezan yaklaşınca hemen abdest almaya çıkar, imamın sesi duyulmadan caminin yolunu yarılardı…

Sürekli açık tutulan pencerede sineklik tül vazifesi görürdü. Babaannemin bir gözü torunlarına örmeyi bir türlü bitiremediği yün çoraplar, kazaklar ve çeyiz dantellerindeyken bir gözü de pencerede; dışarıdaki en ufak hareketlerdeydi. Uzaktan birisinin geçtiğini görse, ‘Şu giden falan mı?’ deyiverirdi…

Annem sürekli çalışırdı. Onu iş yapmaz, öyle boş otururken hiç görmedim neredeyse. Ya ahırdaki ineklerle ilgilenir, ya hemen her gün babamın camiden alıp getirdiği misafirlere yemek hazırlardı. Hemen her hafta sonu ise şehirden gelen misafirlere saç böreği yapardı hiç yorulduğunu belli etmeden canım annem…

Babam çalışmayı sevmez, ama çalışanı çok severdi. İyilik yapmak onun kodlarında vardı. Kimin başı dara düşse babam yardıma koşardı. Cebine bugün giren para, yarın lazım olan birine verilivermek içindi. Babamın en büyük özelliği ise namaza aşık olmasıydı. Onu evde namaz kılarken çok az görmüşümdür. Çünkü namazını beş vakit camide kılar, köye gelen bir yabancı olursa cami çıkışında elinden tutar alır getirirdi eve. Annem bir kere laf etmedi babamın bu huyuna…

Babam yine günlerden bir gün cami çıkışında kimsenin necisin demediği birini eve alıp getirdi. Adam kalaycıymış ve bizim köyde bir tezgah açıp kap kacak kalaylamak istermiş.

Yemekler yenip, çaylar içildikten sonra babam adamı metruk bir eve götürdü. Adam mekanı beğenince burası bir güzel temizlenip kalaycı dükkanı haline getirildi. Görseniz babamı dükkana ortak oldu sanırsınız. Kendi işiymiş gibi adamın tüm eksiklerini tamamladı…

Dükkan düzeni kurulunca, babam adamcağıza hiç gerekmediği halde evdeki kapları alıp götürdü. Bunları kalayla da millet görsün, iş gelsin diye…

Uzatmayalım, adam bir ayı geçkin köyde kaldı. Kalaylanacak kap kalmayınca da köyden bir teşekkür bile etmeden çekti gitti. Dahası, gitmeden evvel köydeki alacaklarını babamın yardımıyla topladı. Babam adama ilk gün usulen kalaylansın diye verdiği kaplardan kaç para borcu olduğunu sorduğunda, iyi hatırlıyorum, adam ciddi bir para istedi, şu kadar çok kap vardı diyerek. Babam kalaycıya hiç pazarlık etmeden istediği parayı verdi ve ardından da en ufak bir şey söylemedi…

Küçük bir çocuk olmama rağmen adamın babama teşekkür bile etmeden ve yapılan iyiliklere bir jest dahi yapmadan çekip gitmesine çok bozulmuştum…

Babam benzer iyilikleri genç yaşında vefat edene kadar hep sürdürdü…

Takvime baktığımda hatırladım, 4 Temmuz 1984’te babam Havzan Nuraniye Kur’an Kursu’na yazdırmıştı beni. Hafız olmamı isterdi, ama ben başladığım halde hafızlığı tamamlayamadım…

Allah ondan ve onun gibi babalardan razı olsun…

----------------------------------------------------------------------------

 

Fıkra TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu’ndan

 

Bir bürokrat şehirden kasabaya gidiyormuş. Bir köyün yakınından geçerken ayağı kayıp bataklığa düşmüş. "İmdat” diye bağırmış. “Boğuluyorum. Kurtarın beni!”

O civardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış.

Adam, “Bataklığa düştüm, kurtar beni!” demiş.

Köylü, “Geçmiş olsun” demiş, ama kurtarmak için hiç gayret göstermiyor. Hani nerdeyse dönüp gidecek.

Adam paniklemiş ister istemez, “Lütfen” diye yalvarmış. “Bir dal uzat, kurtar beni!”

Köylü, “Olmaz” demiş. “Sen şu anda Hazine toprakları üzerindesin. Hazine’den bir şey almak suçtur!”

Ölümle yüz yüze gelmiş bir insana söylenecek şeyler mi bunlar? “Sen, dalga mı geçiyorsun” diye bağırmış, ağzına dolan çamurlara aldırmadan. “Ölüyorum, kurtar beni!”

Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş. “Ben Hazine’den mal alıp suçlu duruma düşemem. Fakat seni böyle bırakacak değilim. Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakamı, kaymakam da valiyi arar mutlaka. Malmüdürüne sorulur. Şayet, Hazine arazisi değilse, vali itfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar...”

“Yahu” demiş adam. “Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm.”

Köylü gülmüş. “Ben ölmezsin demiyorum ki” demiş. “Ölsen de, mevzuata uygun ölürsün!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum