Nasıl Bir Dünya?

İslam peygamberi Muhammed (as), İslam toplumunu inşa etmek üzere Rabbimiz tarafından görevlendirildiğinde, nübüvvet pınarından içmek istemeyen hem de yakın çevresinden bu kadar insan çıkacağını belki de bilmiyordu. İslam peygamberi açısından Hira’da başlayan bu ağır yükün taşıyıcılığı, yirmi üç yıllık bir mücadele ile Medine’de vefatına kadar devam etmişti. Onun davasını dava edinmek, kavgasını kavga bilmek ona iman ettiğini söyleyen herkesin boynunun borcu. Bu borcun boynunda yük olduğunu bilenler, gücü nispetince bu yükün hamallığını yapmaya çalışıyorlar. Çağlar boyunca iyi yapanlar, kötüye bulaşanlar, bulaşıp geri gelenler, gelip geri gidenler hep olmuştur.

Rabbimiz tarafından korunmuş bir beden ve ruhun sahibi olan bir peygamber, yine Rabbimiz tarafından özel bir merhametle Allahın özel görevlilerinin eli ile bedenine ve ruhuna hükmetme arzusunda olan şeytandan da kurtarılmıştı. Şeytanın ilga ve iğvasından arındırılan bu peygamber, aynı zamanda Allah(cc)ın ipinin yeryüzündeki insanlar için Allah adına taşıyıcısıdır. Eğer kurtuluş Hablullaha sarılmaktan geçiyorsa, ne bir fazla, nede eksiltme gayreti olmaksızın tam ve kâmil bir teslimiyetle İslam peygamberinin izini sürmek gerekir.

Sosyal hayata ait tanımlamalarında aşırıya giden ya da peygamber olarak kendisinin söylediğinin hilafıyla yetinmeye çalışanlar hakkında, Muhammed(as)ın uyarılarının olduğunu görüyoruz. Bunu hem yaşarken Güzin Sahabeleri için, hem de kendisinden sonra gelen ve “kardeşlerim” diye tanımladığı bizler için yapmıştır. Peygamberlik muhataplığının iki temel esası olduğunu kabul edersek, bunlardan ikincisinin de en az birincisi kadar Muhammed(as)ın gündeminde olduğunu da biz biliyoruz. İnsanların iman etmeleri ile ilgili gayretler bu esasların birincisini oluştururken, iman sonrası tadilatı tamamlanmış bireyler yetiştirmek ikincisini oluşturuyordu. İkincinin de çok önemli olduğu tarihi referanslarla sabittir. Tadilatı tamamlanmamış ve fakat bunun farkında olmayan bireylerin İslami yaşama henüz iman etmemiş halinden daha fazla zarar vereceği hepimizin bildiği bir gerçek. Muhammed (as) ın vefatının hemen akabinde İslami sistem en büyük darbeyi de tekâmülü tamamlanmamış birey ve unsurların, mütekâmil insanların makamlarına rağbet etmesiyle almıştır. İslam en fazla bu dönemde gözyaşı dökmüş ve acı yaşamıştır.

Bu esasen bize şunu göstermektedir. Küçük ya da büyük tüm sosyal yapılanmalarda önderlik ve rehberlik makamının sahipleri, bilgi birikim ve zaafiyetler açısından bir standardı yakalamış olması gerekmektedir.  Bu standartlar Allah(cc)ın bu konudaki bir sünneti olarak taşınması gereken bir mecburiyettir. Eğer Allah(cc), kurtuluş ipinin yeryüzündeki temsilcileri olarak peygamberleri özel olarak seçmiş ve özel bir korumayla kuşatarak yetiştirmişse, bu durum bir Sünnetullahtır. Yani sosyal hayatı tanzim ve tarif noktasında olanların İslam peygamberinin bir anlamda halifesi ve bu güne uzanmış habercileri olduğunu bilmeleri gerekir. Bu durumda İslam toplumunun darbe almasına sebep olan tarihi olayların referanslarını ve bu olayların aktörleri olan kişilerin zafiyetlerini ve kırılma çizgilerini ciddiye almak gerekir.

İslam peygamberinin getirdiği dinin temelinde, Bedir, Uhud, Hendek gibi üç büyük ve onlarca küçük gaza olmasına rağmen rahmetin ve merhametin esas olduğunu biliyoruz. İslam öldürmeyi değil yaşatmayı esas alan bir dindir. Bunu hem bedensel açıdan hem de ruhsal dönüşümlere fırsat tanıma açısından bir hak olarak vermiştir. Kendisine yönelik kişisel saldırılarda içinde olmak üzere onlarca olayda İslam Peygamberinin çözümü, öncelikli olarak tarafların kurtuluşa ereceği bir düzeyde araması, onu yeryüzünde ateşle buluşacak olanların değil, ateşten kurtulacak olanların çokluğunun mutlu ettiğinin en büyük delilidir. Onun takipçisi olan bizler ve onun yolunun bu günkü mimarları olan önderlerimizin kavgayı bir çözüm olarak yanlarında bulunduruyor olmalarına rağmen, silmi ve güvenliği esas kılan bir anlayışı geliştirmeleri gerekmektedir.

Müslümanlar olarak tüm dünyada toplumsal bereketimizin, ortak paydaları egemen kılmaktan geçtiğini biliyoruz. Bu ortak paydaların tespitinde birbirimize karşı hangi düzeyde bir merhametle yaklaştığımız çok önemlidir. İslam peygamberinin bu noktadaki tutumu yaşantısı ile kayıt altına alınmıştır.  Bu kayıtları incelediğimiz zaman görürüz ki, din esasen devletiyle birlikte inanan ya da inanmayan ama ihanet etmeyen herkesin teslim olacağı bir zemin oluşturur. Silmi ve güvenliği sistemin en başına yerleştirir. Ve hiç kimsenin kendi duygusal refleksleriyle aslında olmayan bir şeyi varmış gibi uygulamasına fırsat vermez. Temennimiz, tarihte en çok yıprandığımız alanları oluşturan hastalıklarımızın tekerrür etmemesidir.

Bu arada, Lübnan Hizbullah’ının İsrail’e karşı yaptığı Temmuz Harbinin büyük komutanlarından, İmad Muğniye’nin şahadetinin rabbimiz tarafından kabul, tüm İslam ümmeti içinde kutlu olmasını dilerim. 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum