Milenyum Müslümanları

Siyasetin rengi son yıllarda çok ciddi bir şekilde değişiyor. Gerçekten, “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” lafı, lafta kalmayacak gibi görünüyor bu sefer(!). Çünkü siyasetin aktörleri de, siyasetin zemini de farklılaşıyor. Eski muhafazakar- milliyetçi söylemle, ya da laik- devletçi anlayışla  siyaset yapma imkanı kalmamıştır. Yeni bir siyaset hakimdir artık. Bu anlamda eşi başörtülü bir cumhurbaşkanının Çankaya’da oturuyor oluşunun da çok önemli bir esprisi yoktur pek çok makul, düşünen, analiz eden adam için.

Çünkü  bugünün  muhafazakarları bundan on yıl, onbeş yıl öncekinin muhafazakarları değillerdir.

Onlar artık düzeni değiştirmeye çalışan, adil düzen isteyen, faizle, tefecilerle, düzenin hortumcularıyla savaşan bir anlayışın devamı da değillerdir.  Onlar son onbeş yıllık süreçte düzenin nimetlerinin farkına varmışlar ve kendilerini bu nimetten uzak tutan alışkanlıklarından arındırmaya başlamışlardır. Bunu yaparken de pek çok meşruiyet teorilerinin üzerine kurmuşlardır siyasetlerini.

Bu bir geçiş aşamasıdır, bir kısım medyanın deyimiyle, onların kullandığı  anlamda “takiye”dir. Ancak bu takiye geçmişe, geleneğe karşı yapılan bir “takiye”dir. Çünkü Türkiye’nin yeni muhafazakarları sistemi dönüştürmeye çalışırken kendileri de dönüşmeye başlamışlar, hatta  sistemin kendini yeniden üretebilmesi için, kendileri gönüllü bir şekilde sistemin ulaşamadığı en muhafazakar, en katı kesimlere ulaşabilmiş ve onları da dönüştürebilecek güce ve etkinliğe erişmişlerdir. Yeni Dünya Sistemi kendisinin yıllarca uğraşıp yapamadığını yeni muhafazakarlar eliyle yapmaktadır.

Milenyum Müslümanları;Çok zengin, çok  güçlü, çok teknolojik…

Yeni muhafazakarlar için artık her şey mubahtır. Çünkü onlar “Milenyum Müslümanları”dır. Aslında bunun ilk işaretlerini yıllar öncesinden vermişlerdir. Çile, fedarkarlık, kanaatkarlık gibi geleneğin içindeki başat söylemler, yerini “Müslüman zengin olmalıdır”a bırakmıştı bu muhafazakar çevrelerde bir süredir. Eskiye dair özlemlerin siyasetin merkezine oturtulması devri geçmiştir.  Geleneğinin kimi zaman ‘asrı saadet’ dönemine vurgu yaptığı, her genci Ebu Zer imgesiyle yetiştirdiği siyasi jargon sona ermiştir. Yine kimse Fatih Sultan Mehmet gibi olmaya da özendirilmemektedir. Bil Gates belki daha yakındır ve  olunması gereken bir idoldür.

Evet Müslüman, işçi değil, patron olmalıydı. Madem iktidarın anahtarı zenginlikten  geçiyordu. her anlamda zengin ve güçlü olunmalıydı.  Bu nedenledir ki pek çok holdingler hiç de insani ve İslami olmayan usullerle güçlerine güç katıyor, kimi zaman emeğin üzerine basılarak, kimi zaman cemaat üyelerinin “himmet”leriyle yeni bir zengin sınıf yaratılmaya başlanıyordu. Yeşil sermaye de denilen ve kendi zenginini yaratan bu sınıf, kendi medyasını, kendi televizyonunu da çoktan oluşturmuştu bile. Aslında bir anlamda Protestan İslamı yaşanıyordu. Halk İslamı, Seçkinci İslam tartışmalarının arasından sıyrılan yeni bir anlayış, sistemle, yeni dünya düzeniyle barışık bir anlayış hayata geçirilmişti.  

Kalkınmacı, ilerlemeci bu anlayış, onların siyasetine, onların  söylemine de egemendir artık. Ahlaklı insan, kendine güvenilen insan, hakkı, hukuku gözeten insan profili yerine, “işini bilen”, “profesyonel” ler bu muhafazakar dünyanın gözdeleri olmaya başlamışlardır. Aynı şekilde hakkı söyleyen yazarlar yerine “gücü” takdir edenler ve gücü yücelten yazarlar da bu yeni düzenin en önemli destekçileridir. Çünkü onların işi siyasetin yeniden şekillendirilmesidir ve onlar gerçekten “işinin yaratıkları”dır.  

İşinin yaratığı olmuş yazarlar eliyle siyaset yeniden dizayn edilir..

İslamcı gelenekten gelenlerin dışında, Amerika Avrupa patentli, ya da Galatasaray, Saint Joseph markalı “işinin yaratığı” olmuş  bu yazar çizer takımı, hatırlanacağı üzere İkinci Cumhuriyet tartışmalarının da en gözde düşünürleriydi. Mehmet Atlan, Çetin Atlan, Cengiz Çandar, Mehmet Metiner, Ali Bulaç, Murat Belge, Hatemi kardeşler ilk aklıma gelenler.. İkinci Cumhuriyet tartışmalarından sonra ikibinli yıllarda ise Ertuğrul Özkök, Hasan Cemal gibi kallavi yazarlarla birlikte, daha çok kadın yazarlar üzerinden devam eden bir toplumsal dönüşüm projesi yürütülmektedir. Elif Şafak, Nuray Mert, Nihal Bengisu Karaca, Ayşe Öner gibi kadın yazarlar da İslami dozu olan feminen bir anlayışla “daha çok özgürlük” “daha çok hak” söylemleriyle önemli bir görevi ifa etmektedirler.  Bütün bu saydığım yazarlar Türk siyasetinin son onbeş yılında dönüşmesini peyder peyh yönetmişler,  büyük sosyal dönüşümleri gerçekleştirmek içinse adeta görevlendirilmişlerdir.

İkinci Cumhuriyet tartışmaları yapılırken en çok bu yazarlara  ilgi gösterenler, itibar edenler ise o dönem İslamcı olarak siyaset sahnesine çıkmış, geçtiğimiz seçimde Yüzde kırkaltılık oyla iktidara gelen ve kendisini muhafazakar-demokrat olarak tanımlayan  yenilikçi siyasi harekettir.  

Evet, Erbakan Hoca’dan ayrılan ve yenilikçi hareket olarak ortaya çıkan bu siyasi hareketin partisi AKP adeta ikinci cumhuriyetçilerin laboratuarı halini almıştır. Bütün uygulamalarını bu hareket üzerinden hayata geçirmektedirler. Bu anlamda AKP, beş yıla aşkın bir dönemde uygulamalarıyla, bu projenin hayata geçirilmesinde ve yürütülmesinde çok iyi bir araç olmuştur.

Her ne kadar AKP’nin yönetcileri ve sözcüleri, sık sık  muhafazakar geleneği temsil ettiğini vurgulasa da, bu sadece eskiyle ünsiyet kurmak isteyen tabandakileri rahatlatmak adına söylenmekte, siyasetinin ana rengini ise  kalkınmacı, ilerlemeci ve batılı bu ikinci cumhuriyetçi  anlayış oluşturmaktadır.

Eskiye dair bütün köprüler aslında  milenyumun başında atılmıştır. Bu durum, AKP’nin ya da muhafazakarların bir tercihi de değildir yalnızca. Yeni siyaset, ancak bu şekilde bir politik tercihi yapanları iktidara taşımaktadır.

Bu nedenledir ki, ikibinli yılların siyasetini dünyayı yönlendiren ve yeniden dizayn eden büyük güçlerden bağımsız olarak düşünmek çok yanlış olur. Büyük güçler büyük düşlerini “işinin yaratığı” profesyoneller eliyle hayata geçirmektedir.  Egemen Bağışlar, Cüneyt Zapsular, Zafer Üsküller bu profesyonellerin parti içindeki kollarıdır. Ülke aslında yeniden, Osmanlının son döneminde,  cumhuriyetin başında olduğu gibi yeni seçkinler eliyle dizayn edilmektedir.

Bizse sıradan vatandaşlar olarak, yıllarca iktidardan uzak tutulan, “öteki”nin iktidara geldiğini sanarak zafer çığlıkları atmaktayız.

Keşke gerçekten “öteki” yani çoğunluk, milletin ekseriyesi iktidara koşsa ve Çankaya gerçekten bunun bir sembolü olsa.

Değişen siyaset, keşke Çetin Altan’ın tosuncuklarının, “işinin yaratığı” olmuş  Özkök’lerin, Mengi’lerin, Çandar’ların, içinde yer aldığı Türkiye’yi dönüştürme operasyonunun bir parçası  olmasa, keşke...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar