Derya Gezgin
ŞEB-İ ÂRUS
Ölüm fikri insanın anlam haritasında hep karanlık bir yere düşer. Yaşamın toz pembeliği, varacağımız menzilin çıkıp geldiğimiz asıldan kopuk olmadığını bize unutturacak kadar boyamıştır gözlerimizi. Öyle ki hep korkarız ölümden; gerektiği gibi yaşayamadığımız, boşa geçirdiğimiz ömrümüzün daha da uzaması için dileklerde bulunuruz birbirimize. Hiç ölmeyecek gibi yaşar, içten içe,her an ölecekmiş gibi korkarız yaşamaktan. Çünkü ölüm insanoğlunun en az anladığı hâldir.
Mevlânâ'nın ölümü ise,bu anlam haritasına açık bir itirazdır. Sevgiliye giden yollar kadar berrak,vecd ile aydınlanmış bir vuslat yolculuğudur. Ayrı gayrı geçen günlerin ardından kavuşma için heyecanla yanıp tutuşur âşık. 'Ağlamayın' der ardında kalanlara, 'o gün benim Şeb-i Ârusumdur.' İnsanların kaçtığı kapıya bir gelin edasıyla; sükûnetle,teslimiyetle varır. Kul ile Hak arasına çekilen, yakınları uzak eden perde o gün kalkar aradan. Düğün gününde başlar onun asl'a rücusu. Yaratılışındaki Maya tam kıvamındadır artık. Maziyi aramak için değil tamamlanmak için başlar dönüş; Şems'in ayrılıkla düşürdüğü koru, vuslatla tutuşturmak için...
Mevlânâ deyip de Şems anılmadan geçilmez. Diyebiliriz ki onun bu âşık halleri, Şems'in ateşinde yoğrulan bir eserdir. Şems güneşti, doğrudan yakardı. Mevlânâ ay oldu,yakmadan aydınlatmayı öğrendi. Ay güneşten aldı; güneş ayla çoğaldı. Şems'in sönüşü ise Mevlânâ'yı sarstı, düzeni bozdu. Ondan sonra düştüğü karanlığın kalbinden bir aşk uyandı. Bu gidiş Mevlânâ'yı eksiltmedi, tam tersine vahdete dönüşünün öncüsü oldu. Bilmekten yanmaya, anlamaktan hâl olmaya, öğretmekten yaşamaya geçişine vesilesi olan Şems, artık bir kişi değil; Mevlânâ'nın içindeki ateş oldu. Öyle ki onu hayattayken yaktı, öldürdü. Ölüm artık onun için korku değil, sahib-i hakikiye vuslattı.
Mevlânâ içindeki yanışı kelimelere dökmekle yetinemedi. Bu yanış bedende bir karşılık aradı. Dönmeye Şems ile başlayan Mevlânâ, sema ile bunu görünür kıldı. Rastgele değildi yapılanlar, asla yönelen sessiz adımlardı. Döndükçe arındı,arındıkça yükseldi. Ancak bilinenin aksine semayı icat etmedi,semaya tutuldu.
Şimdilerde ayin hüviyeti kazanan bu dönüşün sembolü olan kıyafetlerse Mevlevî geleneğinin en önemli ögeleri hâline geldi. Semazenlerin başlarında gördüğümüz sikke herhangi bir başlık olmaktan ziyade mezar taşını temsil eder. Semaya başlanmadan benliğin gömüldüğüne işaret eder bu. Üzerlerindeki siyah cübbe ise dünyalık olan her şeydir. Dünya kadar karanlık, dünya kadar ağır ağırdır. Semaya başlanmadan bu ağırlıktan da sıyrılır ruh. Altından dökülen beyaz tennure ise faniliğin son elbisesi olan kefendir. Ölmeden önce ölümü tattırır giyenlere. Ebedî uykuya dalarken bizde kalan son kalıntıdır. Semadan önce çıkarılan pabuçlarsa asla temasta tek bir dünyalık bırakmamak içindir. Yukarı dönük olan sağ el ile alınan feyz,rahmet; aşağı dönük olan sol el ile insanlara ulaştırılır. Kendisi için almaz, kendinde tutmaz, yalnızca bir aracıdır. Ben aldım demez,ben verdim demez; aradaki beni her dönüşte eritir.
Huşu içerisindeki dönüş hâli özellikle Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî'nin Vuslat Yıldönümü'nde akın akın Konya'ya gelen ziyaretçiler eşliğinde gerçekleştirilir. "Gel,ne olursan ol yine gel..." çağrısı doğrultusunda her ırktan,dinden,dilden insanın buluşma noktası hâline gelir. Herkesin dönüşü kendi yüreğinde başlar, herkes ârusuna varınca susar...