Laiklik-Devlet-Hükümet

Kavram olarak laikliğin ‘devletin tüm dinler karşısında tarafsız olması’ anlamını içerdiği yazılıyor, söyleniyor. Ancak bazı ülkelerde bu hiç de bu şekilde anlaşılmıyor, uygulanmıyor. Ne alevi Aleviliği’ni yaşayabilecek ne Sünni Sünniliği’ni ve ne Hıristiyan Hıristiyanlığı’nı, ne Yahudi Yahudiliği’ni. Bu mu laiklik!? O vakit bu, devletin bütün dinlere eşit mesafede durması değil; devletin bütün dinlere karşı durması demek olur. Bu durumda, dinle köprüleri atmışların ya da dinle bağları pamuk ipliği mesabesinde olanların hakimiyeti ortaya çıkıyor. Bu, kabul edilemez; çünkü, dindar/dinli kişilerin tarafgir davranabileceği, bunu dengelemek için dinle ilişkileri çok zayıf/dinsiz kişilerin hakem/hakim konumda olmaları halinde tarafgirliklerin önlenebileceği iddiasına dayanan bu yaklaşım, dinle ilişkisizliğin de taraf olmak olduğunu göz ardı eden (veya gözden gizleyen) bir mantıktan kaynaklanıyor. Neticede, sözde tarafsızlığın garantisi olacağı iddiasıyla, insanların (özellikle devletle ilişkideki insanların), dindar olmamaya/dinle ilişkilerini azaltmaya/dinsiz olamaya/dinini gizlemeye zorlanması kişiliksiz, iki yüzlü (münafık), özgüvensiz bireylere dönüşmelerine yol açıyor. İnsanları kişiliksizleştirmek kadar büyük bir zulüm olamaz. İnsanların mankurtlaştırılması her gün bir uzvunun kesilmesinden daha ağır bir zulümdür, suçtur.Eğer dinler arası bir diyalog olacaksa, diyalogun ekseni, dinlerin biri birlerini eritme çabaları yönünde değil; öncelikle ve hemen, dinlerin, yukarıda tanımladığımız devlet (!) tavrına karşı ortak tavır geliştirmeleri şeklinde olmalıdır. Öyle ki, her din mensubu, diğerine zarar vermemek şartıyla, kendisini gizlemek zorunda kalmadan (bırakılmadan) kamu alanında da her türlü toplumsal alanda da yer alabilsin; dinle ilişkileri zayıf/dinsiz/din düşmanı kişilerin tahakkümü sona ersin. Şu devlet tavrı denilen meseleye de herkes ama herkes kafa yormalı. Devlet denilen şey nedir? Bu da ayrı bir sorun. Aslında devlet, bir tüzel kişiliktir ve bir toplumsal mutabakat sonucu ortaya çıkan örgütün adıdır. Kesinlikle devlet ve hükümet diye keskin bir ayırım yapılamaz. Devlet bir örgüttür ve örgütün tavrını hükümet belirler. Rejimin karakteri mutlakıyet ise hükümetin doğal başkanı kraldır ve devletin temsilcisi de doğal olarak kraldır. Eğer seçimli bir rejim varsa ve ortada bir sahtekarlık durumu yoksa, hükümetin başı da seçilen liderdir, devletin temsilcisi de. Bunun dışındaki izahların hepsi göz boyamadır sahtekarlıktır. Zaman zaman hükümet cenahından bile bu fahiş hatayı, ellerini zayıflatan bu büyük gafı duymaktayız. Yani zaman zaman bir hükümet yetkilisi kalkıp ‘bu sadece bir hükümet tavrı değildir bu bir devlet tavrıdır’ gibi bir lâf sarf edebilmektedir. Efendim, ‘ama bir realite vardır’ denilemez. O realite denilen şey, ‘olmaması gereken şey’ değil midir? O halde, hiçbir hükümet yetkilisi, bu istenmeyen durumu telaffuz etmek suretiyle, gayri meşru zorba bir fiili duruma meşruiyet sağlamak hatasına düşmemelidir. Akıl da bunu söyler, siyasi tecrübe de. Üstesinden gelemesen de tanımazsın; Hukuki olarak yok sayarsın ve her daim güç kuvvet kollarsın, olması gerekeni olması gereken yere koymak için. Şimdi bir ülkede birileri kendilerini devlet olarak tanımlıyorlarsa, şayet böyleyse, acilen hadlerini bilmelidirler; askerse askerliğini, yargı ise yargılığını, bürokrasi ise bürokrasiliğini. Bilmeliler ki ülke insanını bir arada tutmak, ülkeyi ülke insanının hepsine zindan ederek sağlanamaz. İnsanlar bu ülkede kendi inançlarını baskı altında gördükleri zaman bunalırlar; insanlar bu ülkede kendilerinin ikinci-üçüncü sınıf vatandaş yerine koyulduklarını fark ederlerse daralırlar; insanlar görünmeyen bir elin kendilerini boğduğunu düşünürlerse infiale kapılırlar.Şayet bir durum varsa ve bu durumdan birileri vazife çıkarıyorsa, kendi kendilerine bu vazifeyi çıkarıyorlarsa, bilsinler ki bu çıkardıkları vazife halk çoğunluğu tarafından onaylanmıyor, istenmiyor. Beyler hiç mi tanrı ve ahiret inancınız yok? Yaptığınız zulümdür ve size zalim denir. Tanrı inancınız varsa, ‘tanrı inancımız var’ diyorsanız, Allah aşkına, bu nasıl bir inançtır? Siz herhangi bir dinin tanımladığı bir tanrıya mı inanırsınız; yoksa, kendiniz kafanızdan bir tanrı tanımı yapıp, onun peşinden mi gidersiniz? Yani, sizin tanrı inancınızın bir ölçüsü bir mihengi, bir bilinebilirliği, bir kıyası-emsali var mı? Herhangi bir dinin tanımladığı bir tanrı inancı mıdır bu? Meselâ siz, bir Müslüman gibi ‘tanrının bu kainatı yarattığına ve başıboş bırakmadığına’ inanır mısınız? Eğer ilahi dinlerden birine mensubiyet iddia ediyorsanız, -hiçbir metnini okumadığınız veya o dine ait orijinal kaynaklarla hiç irtibat kurmadığınız halde- psikolojik olarak kendinizi o dine ait sayıyorsanız, bilin ki, ilahi dinler nezdinde zulmün bir bedeli vardır. Hiç tanrı inancınız yok ise (ben bilmiyorum tanrı tanımazın şeref duygusu nasıl bir duygu olur; olur mu-olmaz mı, ama) şerefli davranın ve perdenin önüne çıkarak bu kanaatinizi ve bu konumunuzu açıklayın. Siz de hiç insaf yok mu? Tanrınız yoksa, ne söyleyeyim size? ‘Çocuğunuzun başı için’ mi diyeyim? Nasıl hitap edeceğimi söyleyin, öyle hitap edeyim! Lütfen çıkın sütre gerisinden! Mert olun, kalleşliğiniz yetti artık!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.