Kendimizle Övünmeyi Öğrenebilsek...

Bizim gençliğimiz onlar aya biz yaya edebiyatı ile geçti. Terör dış kaynaklı değil. İçimizde idi. Okuduğumuz okullar ülkenin bir yerindeki olaylar buraya da sıçramasın diye kapatılır daha açılmadan yeni bir olay daha olur, kapanma süresi uzardı. Bir öğrenim yılının başından sonuna kadar geçen sürede bir dersten sadece otuzbeş sahife anlatılabilmişti. Yıl sonu imtihanında tümünden sorumlusunuz diyip geçtiler. Şimdi ki açık öğretimin temeli o zamanlar atılmaya başlanmıştı. Al kitabı oku, sınava gir.

Sürekli propaganda edilen bizden bir şey olmayacağı idi. Muhteşem Osmanlı zavallı konumuna düşürülür, olmadık hikayelerle içimizdeki kompleksler uyandırılırdı. Bizden bir şey olmaz. Tabii sonuçta bizden bir şey olmadı, olacak gibi de durmuyor. Oysa başka ülkelerde öyle yapılmıyor. Onlar evlatlarına bizden her şey olur diyorlar, yeter ki geçmişi bilin, ona göre davranın ve milletinizi sevin. Miletinizle övünün. Gerçekte asıl olan da bu. Başka bir toprakta da devlet kurabilirsiniz ama millet olmazsa bunu başarmak imkansız. Japonlar ilk okula başlayan her Japon’u öncelikle Hiroşima’ya götürür ve neler olduğunu anlatır ve unutmasın diye sürekli gündemde tutar. En basitinden biz Çanakkaleyi kaç talebeye gösterebildik, kaçına oralarda düşünmeden ölmeyi hedefleyenlerin neler yaptığını anlatabildik. Karar sizin.

Geçen bir yazı okudum. Keşke dedim herkes bunu okusa da kendimizle övünmeyi bir kez daha öğrenebilsek. Türk olmanın, müslüman olmanın gururunu yeniden yaşayabilsek.

Yazı Mimar Sinan’la ilgiliydi. Onun eserleri ve günümüzdeki mimarlık uygulamaları hakkında. Teknolojinin olmadığı, her şeyin kaba kuvvetle yapıldığına inanılan yüzyıllarda nasıl bir mimarlık mucizelerinin yaratıldığını anlatıyordu.

Bir gün Selimiye Camii'ne girenler, kubbenin altında bir Japon'un ayaklarını kıbleye doğru uzatmış sırtüstü yattığını görmüşler. Tabii hemen Japon'u, "Burası kutsal bir yer. Bu şekilde yatmak bizim inançlarımıza göre saygısızlıktır. Lütfen oturun veya ayakta durun" diyerek uyarmışlar. Ancak, Japon trans vaziyetteymiş, gözlerini kubbeden ayırmadan şöyle sayıklıyormuş: "Bu imkansız. Ben yılların mühendisiyim. Bu kubbe var olamaz. Hayal görüyorum. Bu kubbenin orada o şekilde durması fizik ve matematik kurallarına aykırı. Bu imkansız, orada hiçbir şey yok,orada hiçbir şey yok..."

Mimar Sinan'in Selimiye Camii'nin kubbesini o genişliğe oturtmak için 13 bilinmeyenli bir
denklemi matematiğin bilinen 4 ana işleminden farklı beşinci bir işlem bularak çözdüğü söylenir. Ayrıca minarelerin şerefelerine çıkanların yolda birbirlerini görmemeleri ise büyük bir dehanın ürünüdür. Almanlar aynı sistemi meclislerinin önündeki dev kürede kullanmışlar. Mimar Sinan bu sistemi 2 metre çapındaki minarelere yüzyıllar önce monte edebilecek bir dehadır. Almanların dehası ise, o çirkin metal yığınına Selimiye'den fazla turist çekebilmelerindedir..

Örneği Japonlardan başladık öyle devam edelim. 1950-60 arası bir tarihte inşaat mühendisi, mimar ve jeofizikçilerden oluşan bir Japon heyeti Türkiye’ye gelmiş. Heyet İmar ve İskan Bakanlığı'ndan izin alarak ülkemizdeki tarihi yapıları incelemeye baslamış. Ayasofya’yı, Yerebatan Sarnıcı’nı filan gezdikten sonra sıra Sinan' ın kalfalık eseri Süleymaniye Camii'yle Sinan'ın öğrencisi Mimar Davut Ağa’nın eseri Sultanahmet Camii'ne gelmiş. Japonlar bu camiler üzerinde günlerce inceleme yapmışlar. Her geçen gün şaşkınlıkları daha da artıyormuş. Çünkü Japonlar daha ilk incelemede camilerin gevsek bir zemin üzerine inşa edildiğini anlamışlar. İstanbul gibi bir deprem bölgesinde bunun önemini taktir edebilirsiniz. Ama bunca yıl, bu camilerde bir çatlak dahi olmamasına akıl sır erdirememişler. Bunun üzerine Türkiye programının gerisini tamamen iptal edip, bu iki cami üzerine yoğunlaşmışlar. Araştırmalarının sonucunda herhangi bir sarsıntı sırasında bu iki caminin sabitlenmediğini aksine yerinde oynayarak yıkılmaktan kurtulabildiği ortaya çıkmış. Minareleri incelediklerinde ise hayretleri ikiye katlanmış. Minarelerin çok daha gelişmiş bir raylı sistem mekanizması üzerine oturtulduğunu ve her yöne yaklaşık 5 derece yatabildiğini görmüşler. Daha derin araştırma yapmak için Edirne'ye, Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camisi'ne
gitmişler. Oradaki olağanüstü sistemleri görünce iyice dumur olmuslar. Selimiye'nin tüm sırlarını aylarını harcayarak çözmüşler. Japonya'ya döndüklerinde ise Sinan’ın sırlarını uygulamaya sokarak şehirlerini Sinan’ın kullandığı sistemlerle kurup muazzam gökdelenler dikmişler. Yani şu an gelişmiş ülkelerin gökdelen yapımında kullandıkları çoğu sistem, yüzyıllar önce Sinan’ın geliştirdiği mekanizmalar...

İşte Japon mucizesi diye anlatılan ve bizi komplekslere uğratan teknolojilerin temelinde yatan teknolojik bilgi. Neden biz kendimizle övünmeyi öğrenmez de başkalarına inanırız. Anlamak mümkün değil.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.