Prof. Dr. Caner Arabacı

Prof. Dr. Caner Arabacı

Gönül operasyonu

Kaç haftadır takdirle anıp, değerlendirmeyi düşündüğüm bir “operasyonu” ele almak istiyordum. Gündem hızlı değişiyor. Bizde de operasyon çok. Türkiye’nin bir çeşit bağırsak temizleme operasyonu gibi gözüken Ergenekon gibi, Kuzey Irak gibi birçok çetin yapılı operasyon yapılıyor. Şüphesiz bunlar, sebepleri ve getirecekleri itibariyle önemli. Ama bir gönül operasyonu var ki ayrıca kaleme alınması gerek. Çok kanlı, patlamalı, silahlı, şöhretleri ufuklarımızı kapamış insanları içeren yapıda olmadığı için gözlerden kaçtı sanki. Hâlbuki devlet kurumlarına, önemli mevkilerde oturan yetkililere, eğitimin patronlarına örnek olacak bir model sergilenmişti.

Konuya girmeden bir soru sorulmalı: güvenlik kuvvetleri kendilerine saldıranlara, taşlı sopalı karşı koyanlara karşı nasıl davranır veya nasıl davranmalıdır?

Dünyada bunun tipik örnekleri var. Diyelim ki İsrail askeri, taş atanlara tanklarla, seri ateşli silahlarla karşılık veriyor. Bazen taş atamayanlara bile füze ile saldırı düzenleyen İsrail için bu çok görülmeyebilir. Ama insanların yüreğinde, yeni yetişen çocukların kalbinde bıraktığı etki ne olur? İsrail, niyet ve tavrını değiştirse bile uzun süre silemeyeceği bir kin ve nefret tohumunu kendi elleriyle ekmez mi?

Benzeri bir durum ABD için de geçerli. Amerika, taş-sopa ile davranmadan bile tehdit algıladığı çocuklara kurşun yağdırabilen “rambolara” sahip. Herhalde bu tavrın da sonucu sevgi, sempati olmasa gerektir. Sokağa çıkaramadığı, okulun, eğitimin olmadığı bir ortamda, çocuklarının pencereden sürekli görüp durduğu cesetlerin kaldırılmasını isteyen annelerin ruh yapısını düşünün. O anne ve yavrularının,  küresel güç için düşünceleri her halde sevgiden beslenmeyecektir. İtalyanların bir zamanlar “şeytanî” gördükleri için eserlerini toplayarak yaktıkları Machiavelli’nin tavsiyesi, küresel iddialı güçler tarafından benimseniyor. Onlar için, halkın sevmesindense korkması daha iyi olmalı. Toplumu, kalplerinden sevgi bağı ile bağlayarak yönetmek yerine, içlerinde dehşet uyandırarak, korkutarak egemenliğini sürdürmek yeni bir anlayış değil..

Sevmediğimiz bir tutum bu. Millet olarak, yönetim anlayışı olarak benimseyemediğimiz bir siyasal yaklaşım o..

Bunları, Mersin ve Van polisinin uygulamaları düşündürdü.. Kendilerine kümeler halinde taş atan çocuklara Mersin Emniyeti, keleşleri çekerek kurşun yağdırmamış. Ya, muz dağıtmış.. Kandırılmış, yanlış yönlendirilmiş çocukları kırmayı değil kazanmayı tercih etmiş.. Taş atanlar, çocuk yüreğine sahipler. İç dünyalarında, İsrail’e karşı Filistinli çocuklar gibi kin dağlarını büyütecek bir uygulamanın muhatabı değiller. Sonuç önemli Mersin’deki çocuklar bakmışlar ki polis amcalar, kızıp-öfkeleneceğine, silah çekip tehdit edeceğine muz dağıtıyor, bu defa koşup muz alma sırasına girmişler.. Muz kapabilmek için birbirleri ile yarışmışlar.. Kalplerinde nefretin katmerleşmediği pek belli.. Yanlış yönlendirmenin izinin, bir insanî jestle silinmesi onu göstermiyor mu?

Van polisi ise dört yıldır mahalle mahalle, fakir fukara çocuklara, ailelere çikolatalı, hediyeli ziyaretler yapıyormuş. Ne kadar güzel bir davranış.. Bizim insanımız, devleti baba gören, ata şefkat ve merhametini yanında bulmak isteyen bir yapıdadır. Nankör değildir. İyiliğe kemlik yapmaz, yapanı da sevmez. Özündeki asil duyguların öne çıkmasına fırsat verilmeli, yanlışa yanlışla karşılık verilmemelidir. Medyada yer alan haberler. Her iki uygulamadan da sevgi-saygı bağlarını güçlendirici neticelerin alındığı yolunda..

Emniyet mensuplarımızın basiretli davranışının başka kurumlara da geçmesini temenni ediyoruz. Diyelim ki eğitim kurumlarımız ve onların başındaki kocaman unvanlara sahip olan yetkililerimiz, emniyet mensuplarının ileri görüşlülüğünü maalesef gösteremediler. Üstelik onlara gelenler, taşlı- sopalı gelmiyorlardı. Kalemli-defterli, kitaplı geliyorlardı. Okullarını sınava girip kazanmış, okuma hakkını elde etmiş halde geliyorlardı. Son on bir yıldır yüksek öğretim kurumlarının giriş yerleri, ağlama duvarına çevrilmese ne olurdu? Binlerce kızımız cezalandırılmasa, kendi ülkesi yerine başka ülkelerde okuma mecburiyetinde bırakılmasa ne olurdu? Başka bir ülkede bile okuma fırsatı bulamayan gençlerimizin yüreği yakılmasa olmaz mıydı?

 Osmanlı son devrinde bazı eğitim kurumlarında, bırakın kazanmış, kaydını yaptırmış öğrenciyi, dışarıdan “samiîn/dinleyici” sıfatıyla isteyenlerin dersleri takibine izin veren bir yapı vardı. Türkiye, anlayışta yüz yıl öncesinden daha geri götürülmese ne olurdu?

İlim-irfan, kısıtlamalarla mı gelişir? Engeller kaldırılıp, öğrenmeye özendirme, yönlendirme, teşvik etme ile mi gelişmez mi? Kendi kızlarını, tercihlerinden dolayı hasım kabul ederek onlara karşı mücadele bayrağını açmak, anayasalı bir izin çıktığı halde yeniden yasakları yerleştirmek için çaba sarf etmek nasıl bir yüreğin işidir? O tür kırıcı, nobran, hoyrat yüreklerin sahiplerinin eğitim camiasında -hangi kademede olursa olsun- ne işi vardır? Toplumla uğraşan, siyasette ünlenen insanlar, emniyet mensuplarındaki basirete nasıl sahip olamazlar? Yürekler bu kadar nasıl katılaşabilir?

“Gönül Operasyonu”, üniversiteler başta, bütün devlet ve siyaset kurumlarında da başlatılmalı. Tabi kimin yüreği elverişli ise, onun başlaması kadar tabii ne olabilir.. O zaman iş yine mağdurelere mi düşer? Kim bilir..

Önceki ve Sonraki Yazılar