Geçiş döneminin feneri Mevlana…

Çünkü aşk medeniyetini kuranlardan ve buna inananlardan gittikçe uzaklaşıyoruz.

Oysa ki, bu medeniyet bize hiç de uzak değil.

Tarihimiz bu medeniyete damgasına vurmuş şahsiyetlerle süslenmiş bir dönem.

 Hatta bu dönemler en umutsuz, en çaresiz olduğumuz dönemler çoğu defa, geçiş dönemleri. Varlıkla yokluk arasındaki ufuk çizgisinde bir güneş gibi parlayanları hiç tanımıyoruz.  

Evet geçiş dönemleri her zaman sancılı olmuştur ve en önemli alimler, düşünürler   bu dönemlerde yetişmiş, en görkemli eserler de bu süreçlerde verilmiştir.

Bize göre,  Türk siyasi tarihinin  iki mühim geçiş dönemi vardır.

Bunlardan ilki 1200’lü yılların başı ve bu dönemde yaşananlardır.

Hacı Bektaşi Veli’den Nasrettin Hoca’ya, Ahi Evran’dan Sadrettin Konevi’ye kadar adeta bir alimler seranatının yaşandığı bir dönemdir 1200’lü yıllar.

 Mevlana da işte bu dönemin en önemli aktörlerinden biridir.

 Diğer önemli tarihsel süreçte 1900’lü yılların başıdır. Tevfik Fikret’den Mehmet Akif’e, Sait Halim Paşa’dan  Ziya Gökalp’e, Yusuf Akçura’ya, İsmail Gaspralı’ya  kadar pek çok fikir adamı bu yüzyılın başında yeni bir hayat için kalemlerini oynatmışlar, yeni dönemin habercisi olmuşlardır..

Birinci dönem Selçuklu’nun yıkılış ve Osmanlının doğuşuna, ikinci dönemse Osmanlının yıkılışı ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuna rastlar.

 Bu yıkılış ve başlangıç dönemleri aynı zamanda fikri muhasebe dönemleri olup, fikir tartışmalarının en şiddetli yaşandığı yeni fikirlerin ortaya atıldığı, yukarıda zikrettiğim pek çok alimin tarih sahnesine çıktığı  zamanlara tekabül eder.

 

Bu dönem Moğol istilasının olduğu acı bir dönemdir.

Mevlana da, morali bozuk, çökmüş Anadolu insanıyla her gün dergahında hasbihal eğleyen, onlara adeta moral veren ve Anadolu’yu aydınlatan pek çok  insan-ı kâmil’den biridir.

 Mevlana bu anlamda yalnızca güzel sözler söyleyen biri değil, Konya esnafıyla, halkıyla dertleşen ve bir anlamda Anadolu’da yaşanan bu fetret devrini hayra dönüştüren önemli tarihi bir şahsiyettir.

 O  her şeyden önce bir söz üstadıdır.

 Farisilerin onun için  “Kitab-ı var ama peygamber değil” sözünü abartılı bulsak da  Mevlana’yı kültürümüzün, medeniyetimizin medâr-ı iftiharı olarak takdim etmekte bir beis görmememiz gerekir.

O gerçek anlamıyla bir mütefekkir ve alimdir.

Pek çok mütefekkir gibi Mevlana da yaşadığı dönemin kaygılarını, sorunlarını, beklentilerini,  tartışmalarını ve o döneme özgü görüşlerini eserleriyle dile getirmiş, dönemine tanıklık etmiştir.

Ancak Mevlana’nın etkisi sadece yaşadığı yüzyılda kalmamış,  sözündeki güç yüzlerce yıl sonrasına, günümüze kadar tesirini kaybetmemiş, bugün de yolumuzu aydınlatan birer fener olmaya devam etmiştir.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar