Seyit Küçükbezirci

Seyit Küçükbezirci

Efsaneleri yaşatmadan..

Efsaneleri yaşatmadan, gelecek kuşaklara aktarmadan “Kültür Başkenti” olunur mu?

 

            Önce, merakla okudum; sanki yutar gibi. Sonra, kıskandım. Sonra, bir hüzün çöktü, gönlüme. “Benim Şehrim” hâlâ sahip değildi, böyle bir kitaba.

            3 Şubat tarihli Radikal Kitap, renkli, şahane bir İstanbul silueti eşliğinde bir haber sunuyordu: “İstanbul’un 100 efsanesi bir kitapta toplandı”.

            Haber devam ediyordu: “Tarihsel süreçte önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan İstanbul hakkındaki 100 efsane, “İstanbul’un 100 Efsanesi” kitabında toplandı.

            İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ’nin “İstanbul’un Yüzleri” serisi çerçevesinde hazırladığı kitaptaki efsaneler, tabiatla, İstanbul’un kuruluşu, İstanbul’un tılsımlı sütunları, İstanbul’un semtleri, İstanbul’un fethi, tarihi yapıları ve İstanbul’un gönül sultanları kategorilerinde toplandı.”   

            Sürüp gidiyordu haber. Takılmıştım “Önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan İstanbul” söylemine. Ya Konya’nın ev sahipliği; ya Konya’nın “Belde-i Muhayyere”liği; ya Konya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na ve “Türkiye Cumhuriyeti”ne hazırladığı imkânlar.

EFSANELER SAĞNAĞI ALTINDA; EFSANEDEN EFSANEYE

            Daha on beş yaşındaydım, Ticaret Lisesi’nde öğrenciydim. Ünlü halkbilimci, “Büyük Hoca” Cahit Öztelli bizi folklora, halkımızın yazıya geçmemiş kültürünü derlemeye sevdalandırmıştı. Masal, hikâye, türkü, atasözü, efsane, halk inançları... Ne bulursak topluyorduk; topladıklarımızı “Hoca”nın masasına yığıyorduk. “Aferin”i kaptıktan sonra, “Hoca”nın himmeti ile derlemelerimiz gazetelerde, dergilerde yayınlanıyordu.

            1958 Aralık ayında Öz Demokrat Konya Gazetesi’nde “Konya Folkloru” tefrikam aylar boyu yayınlandı. Sanırım, “Konya Folklor Külliyatı”nın en kapsamlı derlemesi; belki de bir ilk. Yazıya geçirilmemiş birçok efsane ilkin gün ışığına çıkmıştı.

            Yüzlerce sayfa derlemenin gazete sayfalarında kalıp gitmesine, 2005’lerde Konya İl Kültür Müdürü Abdüssettar Yarar Bey’in gönlü razı olmadı. Konya folkloru iki kitapla yeni kuşaklara sunuldu: güldeste halinde. “Konya Halkbilimi” ve “Konya Merkez Türküleri”. Arada birkaç baskısı yapılır; “Konya Halkbilimi” güldestesinin. Ama ne hikmettir bilinmez, “Konya Merkez Türküleri” ilk baskısıyla kaldı. İki kitabın da yüzlerce arayıcısı var; ama bulana aşk olsun.

            Uzun sürecek, derine gidecek bu minval üstüne sözler.

            Yazıya geçme fırsatı bulamamış bir Konya efsanesi gönlümden tutmuş sarsıyor beni; “Beni anlat” diye. Okuyun o zaman…

YERLE GÖĞÜN BİRBİRİNDEN AYRILIŞI

            “Yerle gök daha birbirinden ayrılmamış. Yerle gök birbirinin üstünde. Güzel Allah’ım yerle göğün ayrılmasını istemiş. Dört büyük melek hazır. Cebrail, Mikâil, İsrâfil, Azrâil. “Kaldırın” demiş “Güzel Allah”ım.

            Cebrâil, “Kul hüvallahü ahad” demiş, bir yanını kaldırmış. Göğün o kısmı kalkmış.

            Mikâil, “Allahüs-samed” demiş, kaldırmış; göğün o ucu da kalkmış. İsrâfil, üçüncü ucu tutmuş; “Lem yelid ve lem yûned” demiş, kaldırmış. Azrâil, dördüncü köşeyi tutmuş; “Ve lem yekûn lehû küfüven ahad” demiş kaldırmış. Gökle yer “İhlas Sûresi” ile kaldırıldı, birbirinden ayrıldı. Göğün direkleri “İhlas Sûresidir”.

            O yıllarda, çocukluğumuzda; annemize, ninemize gök hakkında, yer hakkında bitmez tükenmez sorular sorduğumuzda bu efsaneyi anlatırlardı. Heyecanlanırdık, içimiz içimize sığmazdı; dört büyük meleğin gökle yeri birbirinden ayırışını görür gibi olurduk. Bu muhteşem efsanenin kaynağı, halkımız, özellikle kadınlarımız. Kadim Konya mahallerinde ararsanız, sorarsanız, altmış yaş üstü birçok kadın size aynı heyecanla anlatır; bu efsaneyi.

“ALÂADDİN TEPESİ” DUYMA ARZUNUZ VARSA NELER NELER SÖYLER…

            -“Eski zamanlarda “Alâaddin Tepesi” diye bir tepe yokmuş. Alâddin Keykubad, halkının çokluğunu, gücünü dosta düşmana göstermek istemiş. “Dul avrat bile getirip bir avuç toprağı buraya atacak” demiş. Konya halkı koynunda, cebinde getirdiği bir avuç toprağı üst üste yığmış. Bugünkü tepe böyle meydana gelmiş…”

            -Benim gençliğimde Alâaddin Cami’nin güney duvarına yapıştırılmış yüzlerce çakıl taşı vardı. Kadınlar, kızlar; saçlı sakalla insanlar gelirler, duvar dibinden bir küçük çakıl alırlar; içlerinden bir niyet tutarlar, taşa tükürüklerler, duvara yapıştırırlardı. Taş düşmezse, duvara yapışık kalırsa tutulan niyetin gerçekleşeceğine inanırlardı.

            -Alaaddin Tepesi’nde “Sultanlar Kümbeti”nde Anadolu’nu vatan, Konya’yı “Başkent” yapan Sultanlar yatar. Yüzlerce yıl, Sultanlar Kümbeti’nin cenazeliğine kimse inmemiş. Bir gün, bir çilingir kapıyı açmış; yuvarlanıp cenazelerin yanına düşmüş. Sultanlar, dün ölmüş gibi yatırlarmış, yan yana. “Bunlar canlı mı, değil mi?” diye bir fikir düşmüş çilingirin beynine. Bir iğne çıkarmış, yakasından. Yerde yatan cenazeye batırmış. Batırdığı yerden bir damla kan çıkmış; iğne batırılan Sultan, “Abdestimi bozdun hay mübarek” demiş.

            -Güngörmüş Konyalılar “Kılınçaslan Köşkü” hakkında şunları anlatırlardı: Alâaddin Kuykubad Konya’nın tarihinde görmediği güzellikte bir köşk yaptırmış. Gece, Konya’yı seyretmek için köşkün damına çıkmış. Yaz günüymüş; bütün Konya kadın/erkek damlara serilmiş üryan uyurlarmış. Sultan derhal yere inmiş, vezirlerini çağırmış, “Yıkın bu köşkü. İbret için bir duvarı kıyamet kopuncaya kadar dursun. Benden sonra hiçbir Sultan, bu yükseklikte köşk yaptırmasın, damına çıkıp halkın namusunu görmesin” demiş. O duvar, o zamandan beri ibret için dururmuş.

EFSANELERİN ÖNEMİ; MESAJLARI, KUŞAKTAN KUŞAĞA AKTARILIŞI

            İnsan, efsane üretmek ihtiyacı duyar. İnsan, efsanelerle söyleyemediklerini söyler. İnsan, özlemlerine, hayallerini, “İnsanüstü söylemler”le kuşaktan kuşağa iletir. Her toplumun efsaneleri, “rivayet”leri vardır.

            Efsaneler yüzyıldan yüzyıla mesajlar aktarır. “Halk muhayyilesi”nin ipuçları efsanelerin içinde aranabilir.      

            Efsaneler tartışılmaz. Yeri geldiğinde, zamanı geldiğinde; bir vesile ile anlatılır. İnanan inanır.

             Her milletin efsaneleri vardır. İnsan için, ister inanılsın, ister inanılmasın efsane bir ihtiyaçtır.

            “Türk Mitolojisi” olan efsanelerimizin içinde faydalanılacak pek çok kaynak gizlidir.

“KONYA EFSANELERİ” SÖZ KONUSU OLACAKSA; BİRKAÇ SÖZ

            Biliyor musunuz, Konya’da “Konya Efsaneleri” ile ilgili tek bir kitabımız var. O da yayınlanalı 45 yıl olmuş.

            Rahmetli Mehmet Önder’in “Konya Efsaneleri” kitabı, Konya halk kültürü deryasının efsaneler bâbında tek kitabı. Küçük boy bir kitap, 99 sayfa, Şahap Kitabevi yayını. Meraklısının elinde birkaç tane ya kalmış ya kalmamış.  

            Olacak şey mi bu? “Bir başkent devamlı başkenttir” diye her fırsatta hava atılan bu şehirde deniz/derya halk kültürünün yaşadığı bu şehirde, bir tek Mehmet Önder’in kitabıyla kalmak olacak şey mi?

            Konya efsaneleri üstüne, “Konya Sevdalısı” folklorcular eğilmemiş, ilgilenmemiş diyemeyiz. Başta dostum, kardeşim Prof. Dr. Saim Sakaoğlu’nun çalışmaları; Türk Folklor Araştırmaları’nın sekiz bin beş yüz kusur sayfalık külliyatında, Konya Halkevi’nin yayın organı “Konya Dergisi” içinde yayınlanan derlemeler. Kitaplaşamamış yüzlerce efsane, büyük derleme emekleri. Kitaplık dehlizlerinde.

            Şimdiye kadar, geçen yüzyıllık sürede yayınlanmış on, yirmi, otuz efsane kitabımız olmalıydı. Bunlar yokken, bunlar yapılmamışken nasıl “Kültür Başkenti” olunur?

AĞZIMIZDAKİ BAKLAYI ÇIKARALIM MI?

            Konya folklorunun her ürün dalı; masallar, türküler, mâniler, ninniler, inanışlar, yemekler, halk yaşamı, giyim/kuşam. Taşıdıkları “hayati önem” hep ıskalandı. Kültürümüze karşı yaptığımız ihmal; ihmallikten çıktı, ayıpsanacak düzeye geldi.

            Bugünkü konumuz “efsaneler” oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ’nin yayını “İstanbul’un 100 Efsanesi” bunca sözümüze vesile oldu.

            KONYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ KÜLTÜR AŞ; “Konya halkını Konya halkı yapan halk kültürü” vadisinde yayın yükümlülüğü hissediyor mu? Bir yerden başlama gereği duyup “Konya Efsaneleri” kitabını hazırlatmayı düşünür mü?

            Öyle zor bir yazı oldu ki…

Dilim dolanıp durdu. Söyleyeceklerim galiba noksan oldu gibi. Ama birinin söylemesi lazım değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum