ÇOCUKLARI KİM DOĞURACAK-1

Bu yazı çok zorlandığım, tedirginlik duyduğum ve de yazmak zorunda kaldığım bir makaledir. Bu bir manifestodur.

TUİK’in 2025 verilerine göre doğurganlık oranı azalmaktadır. Toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranı artmakta, genç nüfus oranı azalmaktadır. Toplam doğurganlık hızı 2024 yılında 1,48'e düştü (TÜİK, 2025). Doğurganlık hızı, son 8 yıldır, nüfusun azalmasını önlemek için gerekli yenilenme düzeyi olan 2,10'un altında seyrediyor.

Ülkemizde yaşanan bu durum ABD ve AB ülkelerinde 20. yy başından itibaren yaşanmaya başlandı. Onların bu duruma nasıl ve neden geldiklerini Londra’da yaşananları örnek vererek, ülkemizin bu duruma nasıl ve ne zaman gelmeye başladığını yazımın en sonunda ve ÇOCUKLARI KİM DOĞURACAK-2 başlıklı yazımda genişçe anlatacağız.

Bu durum yöneticilerimizi ve duyarlı olan insanlarımızı tedirgin etmektedir. Doğurganlık hızının, genç nüfus oranının azalması ve yaşlı nüfus oranının artmasının onlarca nedeni var. Bunların başında çalışan kadın sayısının artması ve evde olanlarında çocuk yapmamasıdır.

1990 yılından sonra kadınımız ev dışına çıkarıldı. Çalışma hayatına girmek için ev dışına çıktı. Çalışmayan, ev hanımı olanlarda günleri, toplantıları, çarşı alışverişi nedeniyle ev dışına çıktı. Evde olanlarda telefon, televizyon, internet ile meşgul oldular. Bu nedenlerden dolayı hamile kalmaya, çocuk yapmaya ve büyütmeye zamanları kalmadı.

Doğurganlık oranının azalması, toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranının artması, genç nüfus oranının azalmasının en büyük nedeni, bayanların çalışma hayatına, istihdama hızlı bir şekilde girmesidir. Bu durum hamile kalma, çocuk doğurma, büyütme, yetiştirme cesaretlerini ve zamanlarını azaltmıştır.

Kırsal kesimden bir örnek: Eskiden Kırsal kesimde işlerin yoğun olduğu Mayıs ve Eylül arasında tarım, bağ, bahçe işleri yoğun olduğundan evin hanımları bu işlerde çalıştırılırdı. Bu tarihler arasında onların hamile kalmaya fırsatları olmazdı. Çalışma aylarını dikkate alaraktan, hamileliğin son 3-4 ayını bu aylara dek getirmeme hesabı yaparak hamile kalırlardı. Bu aylara denk gelirse kadında, çocukta ihmal edilirdi. Bu değindiklerim kadınların çalışma hayatının hamileliğini ve çocuk yapmasını nasıl kısıtladığına küçük bir örnekti. Birde şehir hayatında yılın 12 ayı çalışan kadınlarımızı düşününüz. Bir yıl çalışmak kadının hamile kalma ve çocuk yapmasını ve büyütmesini daha fazla kısıtlar.

Kadını ev dışına çıkarırsanız, doğurganlık oranını artırmanız, toplam nüfus içinde yaşlı nüfus oranının artıramaz ve genç nüfus oranını artıramazsınız. Bunun dışında çözüm aramak beyhude çabalar, havanda su dövmek olur. Türkiye ikisinden birisini tercih etmek, kabullenmek zorundadır.

Kadınların ev dışına çıkarılması, çalışma hayatında olması hem aileye, hem de çalışan bayanlara zulümdür. Çevremizde görüyoruz. Çalışan anne sabah erkenden kalkıp çocuklarını hazırlayacak, onları kreşe, okula gönderecek. Sonra kendisi hazırlanıp işyerine gidecek. Akşama kadar işyerinde yorulacak. İş çıkışı sabah dağıttığı çocuklarını toplayacak, karınlarını doyuracak. Mutfağa girecek, ailenin akşam yemeğini yapacak, yemekten sonra bulaşıkları yıkayacak. Oturma odasına çayı götürecek, çayları dökecek. Çocukların o günkü sorunlarını dinleyecek, derslerini yapacak, onları yarına hazırlayacak. Yarın sabah yine aynı maraton. Hafta sonu anne çamaşırları yıkayacak, ütüyü yapacak, evi temizleyecek, misafir ağırlayacak, onlara pasta-börek yapacak ve dinlenmeyecek. Yazık, yazık çalışan kadınlara yazık ediyoruz, çalışan kadınlar kendilerine zulüm ediyorlar. Onlar bir günde iki vardiya çalışıyorlar. Bir vardiya iş yerinde bir vardiya da evde çalışıyorlar. Buna can mı dayanır. Bu toplumda akla gelmeyen, dile getirilmeyen, konuşulmayan acı gerçeklerdir.

Bu paranın gözü kör olsun. Ya çocukların ihmali, rezilliği daha acı bir durum. Bir akrabamız da karı-koca yüksek maaşlı memurdu. Başka şehirde yaşıyorlardı. Yılda bir hafta onlarda misafir olurduk. Küçük, 3 yaşındaki çocukları Ahmet’in bakıcısı vardı. Annesi sabah altıda kalkar, Ahmet’te onunla kalkardı. Annesi evden gidecek ve annesinden ayrılacağı için ağlamaya başlardı. Anne çıkarken bakıcı bayana teslim eder ve evden çıkardı. Ahmet bağırıp, çağırıp, evi inletiyor, yerleri yırtıyordu. Ve içim sızladı, içim parçalandı. Bakıcı onu susturmaya çalışıyor, Ahmet susmazdı. Bakıcı ona kahvaltı hazırladı, eliyle yedirirken az bir şey yer ve bakıcının eline iter ve yemezdi. Bakıcı ona şarkı, türkü, ninni söyleyerek, önüne oyuncaklar vererek susturmaya çalışırdı ama nafile. Ahmet üç saat aralıksız ağlar, dermanı kalmayınca sesi kesilir ve olduğu yerde uyur kalırdı. Üç saat uyuduktan sonra uyanır, odaları dolaşır, annesini evde göremeyince, annesi gelinceye kadar ağlardı. Zil çalınca annesinin geldiğini anlar, kapıya koşar, eve giren annesine sarılır ve susardı. Her gün böyleydi. Bir yıl sonra yine bu akrabamıza ailecek misafir olarak gitmiştik. Ahmet dört yaşına girmişti. Sabahtan akşama kadar Ahmet aynı travma, aynı sendromu yaşıyordu. Ahmet’in bu durumuna üzülüyor, içim sızlıyor, daha fazla dayanamadığımdan üç gün önce dönmek zorunda kalırdık. Ahmet okula başlayıncaya kadar altı yıl, 2000 gün bu acıyı, üzüntüyü, travmayı yaşadı. Aklıma çalışan annelerin çocukları geldi. Bu duruma maruz kalan nice Ahmetler, Mehmetler, Aliler, Fatmalar, Ayşeler, Zeynepler aklıma geldi. Bunları yaşayan çocukların bu yaşadıklarının ileri yaşlarına sirayeti, etkilerini aklıma bile getiremiyor, tasavvur edemiyorum. Rabbim böyle bir paraya bizi mecbur bırakmasın! Batsın böyle bir çalışma. Bu paranın gözü kör olsun.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum