Çimenlere Basmayınız....

Yıllardır her yeşil alan gördüğünüz yerde yukarıdaki ifadeyi de görürsünüz. Çimenlere basmayınız! Hep kendime sorardım bassak ne olur.

İlk defa yurtdışı seyahatlerinden birinde yeşil alanlarda bu yazının olmadığını gördüm. Paris’te Eiffel’in karşısında Sen Nehri’nin öte yakasında asırlık ağaçlar ve çimlendirilmiş alanlarda kendi tabirimle özgürce çimenler üzerinde yattım ve uyudum. Kimse gelip çimenlere basmayın demediği gibi neden uyuyorsun diyen de olmadı. Toprak üzerinde yatmanın ve vücudumdan boşalan elektriğin rahatlığını yaşadım. Sadece Fransa’da değil, İngiltere’de de ünlü Hyde Park’ta herkesin çimenler üzerinde yaşadığını görünce inanamamıştım. Batının doğruları bizden önce fark etmesini her zaman kıskanmışımdır.

Yeşili sevmek demek onu belli bir alana hapsetmek değil. Onu insanla bir araya getirmek ve insan ruhundan akan enerjiyle, sevgiyle sarmalamak demek. Avrupa’da bunu öğrendim.
Geçen hafta Zafer’e doğru akşam yürüyüşümüzü yaparken bir şey dikkatimi çekti. Tepenin yamacında yeşil alanlara uzanmış insanlar. Tabiatın tadını doyasıya çıkararak yeşile hayat veren, değer katan insanlar. Eşimle beraber biz de onlardan biri olmak için, yeşillikleri hissetmek için onlar gibi yaptık. Çimenlere uzandık, oturduk. Kimse neden buradasınız diye sormadı. İşte dedim bir şeyleri öğrenmek böyle oluyor.

Üç-dört yaşındaki sevimli Mustafa’nın yanımıza gelip bize kendi dilince bir şeyler anlatması bana yaşadığımı hatırlattı. Ben yıllardır gereksiz yazıları hatıralarımda yaşatır olmuşum, meğerse. Bu gereksiz yazıları kaldıranlara teşekkür etmek gereğini hissettim. Kim sebep oldu ise, kim önayak oldu ise şükranlarını sunuyorum.

Tabii ki bu güzellik yanındaki çirkinlikleri de yazmadan olmaz. Oturduğumuz ağacın altındaki kirlilik görmeye değerdi. Her taraf ayçiçeği kabuklarıyla ve sigara izmariti ile doluydu. Hani “Aslanın yattığı yerden beli olması” meseli var ya, bizim aslanların kalitesini anlamakta gecikmiyorsunuz. Ne çok sigara içen var. Hele bayanlar. İnanılmaz. Erkeklere taş çıkarırcasına içiyorlar. Keşke dışarıdan kendilerini görebilseler de yanlışın farkına varsalar diye düşündüm.
Çevreye baktığınızda her yaştan insanın elinde bir ufak kesekâğıdı ve ayçiçeği. Serdikleri gazete üzerine kabukları atanların daha çok orta yaş ve üzerinde olanlardan olması beni daha da üzdü. Orta yaş ve üzerindeki insanımızın eğitiminde demek ki vaktinde daha dikkatli oluyor ve bir şeyler vermeye çabalıyormuşuz. Şimdiki gençlerde bunlardan hiçi biri yok. Televizyon programlarında çıkıp kendinden öncekileri suçlayan gençlerin kendilerine bakma zamanı geçiyor gibi. Geleceğimizi çevreye ve kendine saygıdan yoksun bir gençliğe emanet ediyoruz. Kim bilir neler yapacaklar.

Okullarımızda gençlere nasıl bir hayat yaşamaları gerektiği anlatılmıyor her halde. Hayat derken çevre ile olan ilişkilerinden bahsediyorum. İnsanla olan ilişkilerinden bahsediyorum. Bizim lise yıllarımızda okullarda yurttaşlık bilgisi dersleri vardı. Neyi nasıl yapacağımız ve toplumla olan ilişkilerimizi nasıl düzenleyeceğimiz anlatılırdı. Öğretmenlerimiz bizi sürekli kontrol eder, davranışlarımızı düzenlerdi. Okul dışında öğretmenlerle karşılaşmak bizim için bir kabustu. Acaba nasıl davransam, bir hatamı gördü de söyler mi? Şimdi bunlar yok. Bilgi zaten yok. Buna bir de saygısızlık eklenirse inanın manzaradan korkmamak mümkün değil. Okullar henüz kapanmamıştı. Gazi Lisesi önünden geçerken şahit olduğum bir öğretmen kız öğrenci diyalogu beni ziyadesiyle ürkütmüştü. Çimenlerin üstünde otururken bunlar bir kez daha aklımdan geçti.

İyi ve güzele ulaşmak ve onu hak etmek için bir çaba gerek. Oturduğunuz yerde iyi şeylere sahip olamıyorsunuz. Gençlerin bunları öğrenmesi ve zamana bağlı olarak bir çaba içinde olması gerekir. Hiç bir kazanım az bir gayretle olmuyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.