AK Parti eski dünyada kaldı!

Türkiye, 2009 yılında -bir yıllığına- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne girmek istiyormuş; Lübnan’a asker göndermek, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’ne adaylığını güçlendirecekmiş… Son Hizbullah-İsrail savaşında bir kere daha açıkça görüldüğü gibi Birleşmiş Milletler yerlerde sürünüyor, Güvenlik Konseyi’nden doğru dürüst bir karar çıksa bile bu karar Amerika Birleşik Devletleri tarafından veto ediliyor, orada 1 değil 1000 oyunuz da olsa hiçbir işe yaramıyor. Türkiye’de ve bütün İslam dünyasında millet, emperyalist bir enstrüman olduğunu ve yalan imparatorluğunun bekasına hizmet ettiğini çoktan anladığı Birleşmiş Milletler’e karşı öfke ve nefret dolu; fakat Ak Parti hükümeti, milletin halet-i ruhiyesini paylaşamayacak kadar uzaklara savrulmuş olmalı ki, Birleşmiş Milletler’i hâlâ matah bir şey sanıyor. Avrupa Birliği’ni de matah bir şey sanıyor. Lübnan’a asker göndermeyi savunurken, “Avrupa Birliği sürecinde Avrupa Birliği ile birlikte hareket etmenin gereği”ne işaret ediyor Dışişleri Bakanı. Hangi Avrupa? Hangi birlik? Frenkler ‘Biz kültür ve medeniyet ırkçısıyız, dindar değilsek de Haçlıyız, İslam’a kin duyuyoruz, Müslümanlardan nefret ediyoruz, bu nefretimizi layıkıyla kusabilmek için demokrasiyi ve insan haklarını hiç tereddüt etmeden çiğneyip geçeriz’ diye bas bas bağırırken, bizimkiler Avrupa’yı Müslüman Türkiye için hâlâ salim bir liman olarak mı görüyorlar? Orada hâlâ özgürlük, demokrasi ve insan hakları mı arıyorlar? 11 Eylül’le birlikte şiddetini fena halde arttıran ve “farklı din ve kültürleri barış içinde yan yana yaşatma” projelerini bütün Avrupa’da ezip geçen “İslamophobia”ya rağmen hâlâ Avrupa’nın âhı gitmiş vâhı kalmış “evrensel değerler” edebiyatına mı bel bağlıyorlar? Ve Avrupa, tatbikata geçirdiği sayısız siyasi ve kültürel projeyle Türkiye’yi bin parçaya ayırmaya azmettiğini faş ederken, bizimkiler vatanın bölünmez bütünlüğünü ancak Avrupa Birliği çatısı altında koruyabileceklerine hâlâ inanıyorlar mı?

Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nden medet ummak akıl kârı değil. Hele, İslam dünyasını tamamen köleleştirmeye çalıştığını ve bu hedefine ulaşmak için tıpkı 16’ncı yüzyıldaki köle tacirleri ve 19’uncu yüzyıldaki sömürgeciler gibi yerli halkları bölüp parçalayarak birbirine kırdırmak istediğini açıkça ortaya koyan ABD-İngiltere-İsrail üçlüsüne bel bağlamak hiç akıl kârı değil. Bel bağlamak şöyle dursun, bunlara karşı her cephede (sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi ve gerekirse askeri) mücadele etmek gerekir.

“Dengeler”i ne kadar gözetirseniz gözetin, “realpolitik”e ne kadar itibar ederseniz edin, emperyalistlerin hışmına uğramamak için istediğiniz kadar takla atın, bu yalan imparatorluğunun kurallarına bağlı kalarak doğru bir yere varmanız mümkün değil. Kaldı ki, insanlığın gözünü boyayan demokrasi ve insan hakları retoriği sayesinde hüküm süre gelen bu yalan imparatorluğu, Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Lübnan’da bütün inandırıcılığını yitirdiği ve geriye sadece kaba kuvveti kaldığı için yıkılmaya mahkûmdur (Kaba kuvvetin gelmiş geçmiş en büyük destanını yazan Moğolların bu topraklarda yenilip yutulduğunu hatırlayalım). Kimsenin şüphesi olmasın ki, Seyyid Nasrallah ve askerlerinin İsrail’e -dolayısıyla ABD’ye- karşı kazandığı büyük zafer, yalan imparatorluğunun yıkılışının yakın olduğunu müjdeliyor. Çökmekte olan bir ‘uygarlığa’ oynayanlar, o uygarlığın enkazı altında kalacaklardır!

Şimdi şöyle bir soru sorulabilir: “İsrail Başbakanı, Gazze ve Batı Şeria’dan çekilme planını askıya aldığını ilan ederken; emperyalistler, İslami direnişe karşı iyice bilenip Lübnan’da Hizbullah’ın başına Birleşmiş Milletler’i de devreye sokarak büyük bir çorap örerken; Irak’ta başarıyla uygulanan Müslümanları birbirine düşürme siyaseti Lübnan’ı da tehdit ederken; dünyanın bütün şeytanları birleşip, Ümmet-i Muhammed’e karşı topyekün taarruza geçmeye hazırlanırken; ufukta uzun ve zorlu bir savaş, büyük ve dayanılmaz acılar görünürken, Hizbullah’ın zaferinden dem vurmak ve ‘yalan imparatorluğunun yıkılışı yakındır’ gibi cafcaflı laflar etmek biraz saflık olmuyor mu?”

Dikkat! Böyle sorular soruyorsanız, emperyalistlerin oyununa geldiniz demektir. Emperyalistler ‘havayı karartarak’ Hizbullah’ın bütün Müslümanlar adına kazandığı büyük zaferi görünmez kılmaya; zihnimizi felaket senaryoları ile meşgul ederek bu büyük zaferi unutmamızı, bu büyük zaferin ilham ettiği daha büyük zaferlere ulaşmak için ihtiyaç duyduğumuz iyimserliği ve iradeyi yok etmeye çalışıyorlar. Bu oyuna gelmeyelim!

İdealist olduklarını zanneden, fakat millete ideallerini anlatıp benimsetmeye çalışmaktan ziyade ideallerinin önündeki engelleri bitmez tükenmez bir iştahla anlatarak milletin ufkunu karartanlar, komplo teorilerinde ve felaket senaryolarında boğulan ve milleti de boğmaya çalışanlar, AK Parti’ye muhalif de olsalar, aslında AK Parti ile aynı şeye hizmet ediyorlar: Emperyalistlerle baş edilemeyeceği, dolayısıyla onların dümen suyunda gitmekten başka çarenin olmadığı efsanesine!

Bu vesile ile; bizi fazlasıyla duygusal olmakla suçlayan, davamızı hor gören, fikirlerimizi marjinal bulan, projelerimizin ‘ayağı yerden kesik’ olduğunu söyleyen ve Türkiye’yi maceraya sürüklememek için “uluslararası dengelerin” gözetilmesi gerektiğini hatırlatıp duranlara da söylemek isteriz ki, Allah rızası için, hak ve adalet için, Nizam-ı Alem için, haysiyetimiz ve şerefimiz için gerektiğinde büyük bedeller ödemeyi ve büyük acılar çekmeyi göze alabilmeliyiz. Bunu göze alabilmemiz için de Allah’a ve O’nun meleklerine imanımızı daima ‘dinamik’ tutabilmeliyiz. İnanıyorsak güçlüyüz; bunu iliklerimize kadar hissetmeliyiz. Kur’an’ı rehber edinenlerin Güney Lübnan’la Bedir arasında bir bağ kurmamaları ve direnişte sebat edilmesi halinde yeni bir dünyanın kapılarının açılacağını görmemeleri mümkün değil!

Yukarıdaki soruya dönecek olursak; Siyonist rejime yönelik ağır eleştirileri ile tanınan İsrailli fikir adamı İlan Pappe diyor ki: “Hizbullah’ın başarısı, Amerikan imparatorluğunun Ortadoğu’daki günlerinin sayılı ve neredeyse sona ermek üzere olduğunun bir göstergesi olabilir. Bununla birlikte, tarihte ‘neredeyse’ tabiri birkaç yılı içerebilir. Bizim durumumuzda ise… yaşadığımız bu bölgede, özellikle de Filistinliler için, geçecekleri çetin ve korkunç zamanlara tekabül etmektedir. Tüm bunların ardından daha iyi bir geleceğin bizi beklediğini bilmek, bu çetin günlere dayanmamızda bize yardımcı olacaktır.” (Zaman gazetesi, 4 Eylül 2006) Bir İsrailli böyle bir perspektif ortaya koyabilirken, İla-yı Kelimetullah için Nizam-ı Alem ülküsüne borçlu olduğumuz bu toprakların çocukları “yeni bir dünya”nın kurulabileceğini ve hatta kurulmakta olduğunu nasıl görmezler?

AK Parti hükümeti ve onun anlamsız korkularını / kaygılarını paylaşan herkes, tükenip gitmekte olan ‘eski dünya’ ile beraber tükenip gidecek. AK Parti’nin üzerindeki emperyalist baskıdan çok daha ağır bir emperyalist baskıya maruz kaldığı ve Türkiye kadar geniş bir manevra alanına da sahip olmadığı halde başlarını dik tutan, adalet bayrağını yükselten, insanlığın önünde parlak bir ufuk açan Seyyid Nasrallah’ın müjdelediği ‘yeni dünya’ya selam olsun.

 

 

 

 

 

 

Hakan ALBAYRAK

 

Türkiye, 2009 yılında -bir yıllığına- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne girmek istiyormuş; Lübnan’a asker göndermek, Türkiye’nin Güvenlik Konseyi’ne adaylığını güçlendirecekmiş… Son Hizbullah-İsrail savaşında bir kere daha açıkça görüldüğü gibi Birleşmiş Milletler yerlerde sürünüyor, Güvenlik Konseyi’nden doğru dürüst bir karar çıksa bile bu karar Amerika Birleşik Devletleri tarafından veto ediliyor, orada 1 değil 1000 oyunuz da olsa hiçbir işe yaramıyor. Türkiye’de ve bütün İslam dünyasında millet, emperyalist bir enstrüman olduğunu ve yalan imparatorluğunun bekasına hizmet ettiğini çoktan anladığı Birleşmiş Milletler’e karşı öfke ve nefret dolu; fakat Ak Parti hükümeti, milletin halet-i ruhiyesini paylaşamayacak kadar uzaklara savrulmuş olmalı ki, Birleşmiş Milletler’i hâlâ matah bir şey sanıyor. Avrupa Birliği’ni de matah bir şey sanıyor. Lübnan’a asker göndermeyi savunurken, “Avrupa Birliği sürecinde Avrupa Birliği ile birlikte hareket etmenin gereği”ne işaret ediyor Dışişleri Bakanı. Hangi Avrupa? Hangi birlik? Frenkler ‘Biz kültür ve medeniyet ırkçısıyız, dindar değilsek de Haçlıyız, İslam’a kin duyuyoruz, Müslümanlardan nefret ediyoruz, bu nefretimizi layıkıyla kusabilmek için demokrasiyi ve insan haklarını hiç tereddüt etmeden çiğneyip geçeriz’ diye bas bas bağırırken, bizimkiler Avrupa’yı Müslüman Türkiye için hâlâ salim bir liman olarak mı görüyorlar? Orada hâlâ özgürlük, demokrasi ve insan hakları mı arıyorlar? 11 Eylül’le birlikte şiddetini fena halde arttıran ve “farklı din ve kültürleri barış içinde yan yana yaşatma” projelerini bütün Avrupa’da ezip geçen “İslamophobia”ya rağmen hâlâ Avrupa’nın âhı gitmiş vâhı kalmış “evrensel değerler” edebiyatına mı bel bağlıyorlar? Ve Avrupa, tatbikata geçirdiği sayısız siyasi ve kültürel projeyle Türkiye’yi bin parçaya ayırmaya azmettiğini faş ederken, bizimkiler vatanın bölünmez bütünlüğünü ancak Avrupa Birliği çatısı altında koruyabileceklerine hâlâ inanıyorlar mı?

Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği’nden medet ummak akıl kârı değil. Hele, İslam dünyasını tamamen köleleştirmeye çalıştığını ve bu hedefine ulaşmak için tıpkı 16’ncı yüzyıldaki köle tacirleri ve 19’uncu yüzyıldaki sömürgeciler gibi yerli halkları bölüp parçalayarak birbirine kırdırmak istediğini açıkça ortaya koyan ABD-İngiltere-İsrail üçlüsüne bel bağlamak hiç akıl kârı değil. Bel bağlamak şöyle dursun, bunlara karşı her cephede (sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi ve gerekirse askeri) mücadele etmek gerekir.

“Dengeler”i ne kadar gözetirseniz gözetin, “realpolitik”e ne kadar itibar ederseniz edin, emperyalistlerin hışmına uğramamak için istediğiniz kadar takla atın, bu yalan imparatorluğunun kurallarına bağlı kalarak doğru bir yere varmanız mümkün değil. Kaldı ki, insanlığın gözünü boyayan demokrasi ve insan hakları retoriği sayesinde hüküm süre gelen bu yalan imparatorluğu, Filistin’de, Afganistan’da, Irak’ta, Lübnan’da bütün inandırıcılığını yitirdiği ve geriye sadece kaba kuvveti kaldığı için yıkılmaya mahkûmdur (Kaba kuvvetin gelmiş geçmiş en büyük destanını yazan Moğolların bu topraklarda yenilip yutulduğunu hatırlayalım). Kimsenin şüphesi olmasın ki, Seyyid Nasrallah ve askerlerinin İsrail’e -dolayısıyla ABD’ye- karşı kazandığı büyük zafer, yalan imparatorluğunun yıkılışının yakın olduğunu müjdeliyor. Çökmekte olan bir ‘uygarlığa’ oynayanlar, o uygarlığın enkazı altında kalacaklardır!

Şimdi şöyle bir soru sorulabilir: “İsrail Başbakanı, Gazze ve Batı Şeria’dan çekilme planını askıya aldığını ilan ederken; emperyalistler, İslami direnişe karşı iyice bilenip Lübnan’da Hizbullah’ın başına Birleşmiş Milletler’i de devreye sokarak büyük bir çorap örerken; Irak’ta başarıyla uygulanan Müslümanları birbirine düşürme siyaseti Lübnan’ı da tehdit ederken; dünyanın bütün şeytanları birleşip, Ümmet-i Muhammed’e karşı topyekün taarruza geçmeye hazırlanırken; ufukta uzun ve zorlu bir savaş, büyük ve dayanılmaz acılar görünürken, Hizbullah’ın zaferinden dem vurmak ve ‘yalan imparatorluğunun yıkılışı yakındır’ gibi cafcaflı laflar etmek biraz saflık olmuyor mu?”

Dikkat! Böyle sorular soruyorsanız, emperyalistlerin oyununa geldiniz demektir. Emperyalistler ‘havayı karartarak’ Hizbullah’ın bütün Müslümanlar adına kazandığı büyük zaferi görünmez kılmaya; zihnimizi felaket senaryoları ile meşgul ederek bu büyük zaferi unutmamızı, bu büyük zaferin ilham ettiği daha büyük zaferlere ulaşmak için ihtiyaç duyduğumuz iyimserliği ve iradeyi yok etmeye çalışıyorlar. Bu oyuna gelmeyelim!

İdealist olduklarını zanneden, fakat millete ideallerini anlatıp benimsetmeye çalışmaktan ziyade ideallerinin önündeki engelleri bitmez tükenmez bir iştahla anlatarak milletin ufkunu karartanlar, komplo teorilerinde ve felaket senaryolarında boğulan ve milleti de boğmaya çalışanlar, AK Parti’ye muhalif de olsalar, aslında AK Parti ile aynı şeye hizmet ediyorlar: Emperyalistlerle baş edilemeyeceği, dolayısıyla onların dümen suyunda gitmekten başka çarenin olmadığı efsanesine!

Bu vesile ile; bizi fazlasıyla duygusal olmakla suçlayan, davamızı hor gören, fikirlerimizi marjinal bulan, projelerimizin ‘ayağı yerden kesik’ olduğunu söyleyen ve Türkiye’yi maceraya sürüklememek için “uluslararası dengelerin” gözetilmesi gerektiğini hatırlatıp duranlara da söylemek isteriz ki, Allah rızası için, hak ve adalet için, Nizam-ı Alem için, haysiyetimiz ve şerefimiz için gerektiğinde büyük bedeller ödemeyi ve büyük acılar çekmeyi göze alabilmeliyiz. Bunu göze alabilmemiz için de Allah’a ve O’nun meleklerine imanımızı daima ‘dinamik’ tutabilmeliyiz. İnanıyorsak güçlüyüz; bunu iliklerimize kadar hissetmeliyiz. Kur’an’ı rehber edinenlerin Güney Lübnan’la Bedir arasında bir bağ kurmamaları ve direnişte sebat edilmesi halinde yeni bir dünyanın kapılarının açılacağını görmemeleri mümkün değil!

Yukarıdaki soruya dönecek olursak; Siyonist rejime yönelik ağır eleştirileri ile tanınan İsrailli fikir adamı İlan Pappe diyor ki: “Hizbullah’ın başarısı, Amerikan imparatorluğunun Ortadoğu’daki günlerinin sayılı ve neredeyse sona ermek üzere olduğunun bir göstergesi olabilir. Bununla birlikte, tarihte ‘neredeyse’ tabiri birkaç yılı içerebilir. Bizim durumumuzda ise… yaşadığımız bu bölgede, özellikle de Filistinliler için, geçecekleri çetin ve korkunç zamanlara tekabül etmektedir. Tüm bunların ardından daha iyi bir geleceğin bizi beklediğini bilmek, bu çetin günlere dayanmamızda bize yardımcı olacaktır.” (Zaman gazetesi, 4 Eylül 2006) Bir İsrailli böyle bir perspektif ortaya koyabilirken, İla-yı Kelimetullah için Nizam-ı Alem ülküsüne borçlu olduğumuz bu toprakların çocukları “yeni bir dünya”nın kurulabileceğini ve hatta kurulmakta olduğunu nasıl görmezler?

AK Parti hükümeti ve onun anlamsız korkularını / kaygılarını paylaşan herkes, tükenip gitmekte olan ‘eski dünya’ ile beraber tükenip gidecek. AK Parti’nin üzerindeki emperyalist baskıdan çok daha ağır bir emperyalist baskıya maruz kaldığı ve Türkiye kadar geniş bir manevra alanına da sahip olmadığı halde başlarını dik tutan, adalet bayrağını yükselten, insanlığın önünde parlak bir ufuk açan Seyyid Nasrallah’ın müjdelediği ‘yeni dünya’ya selam olsun.

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.