M. Faik Özdengül
Unutmam gerektiğini hatırlamıyorum
Çanta taşıyana, heybe taşıyana hatta kâğıt ve kalem taşıyana rastlamıştım da adeta ilan tahtası gibi her yerini küçük notlarla, iplerle, renklerle dolduranı görmemiştim.
Unutmamak için dedi. Eğer önemli şeyleri not almazsam unutuyorum. Mesela sizi yarın tanımayabilirim. Ya da aramızda olan biteni. Hafızam biriktirmiyor. Kaydetmiyor. Kısa süre tutup siliyor. Eskiden daha kötüydü. Zamanla düzeldi. Şimdi bu halim eskiye göre bal helvası. Gülmek geldi içimden. Fakat alınmasından korktum sonra ve hancıya döndüm. Şaşkınlığımı yüzümden okumuş. Onu tanıyorum dedi. Doğru söylüyor. Böyle olduğunda önce kimse inanmamış. Türlü denemelerle test etmişler. Sonunda bunun gerçek olduğu, numara yapmadığı ortaya çıkmış. Görmüyor musun dedi hancı. Etrafında da unutkanlar, dikkatini toplayamadığını söyleyenler yok mu? Bu bir adım daha öteye götürmüş işi. Götürmüş deyince ne yani dedim. Bu bir tercih mi? Unutkanlık tercih mi? Öyle de denilebilir dedi. Beyninde hasar yok mu bu adamın? Hekim tedavisi görmemiş mi? Olabilir dedi hancı. Ancak organlarımızın da sonuçta zihnimizin tercihlerinden etkilendiğini göz ardı etme.
En çok korku. Korkudan olur dedi. Ve korktuğu için kaçar. Zayıftır. Başka çare bulamaz. Yaşadığı ya da yaşadıkları her neyse tahammül edemez. Onları zihninde çözemez. Unutmayı hatırlamamayı tercih eder. Sonunda bu bir davranış biçimi olur. Adam karıştı söze bu arada. Eskiden olsa bir saat bile tutamazdım hafızamda. Hatırlamıyorum derdim. Ve bu diğerini çok şaşırtırdı. Oysa o her ayrıntıyı yaşanılandan, gerçeğinden daha renkli tutardı. Kimden söz ettiğini anlamadım ancak dinlemeye devam ettim.
İlave hafızalarım vardı. Kağıtlar, resimler… Bir gün şöyle dediğimi not etmiş. Daha sonra verdi bana. “Seni unutmam gerektiğini hatırlamıyorum.” Bir süre sonra yüzeysel yaşadığımı fark ettim. Yaşadıklarımın tadı tuzu yoktu. Ve giderek gerçek dışı, silik birisi oluyordum. Günübirlik yaşıyordum. Etrafımdaki her kes onlara yeterince değer vermediğimi söylemeye başladı. Bunun anlamı kendime de değer vermediğimdi. Zira yaşadıklarımı biriktirmiyordum. Yaşadıklarım, verdiğim sözler o ana aitti. Sonra da olan biteni hatırlamıyordum. Ama ya diğeri? Bu ona haksızlıktı. Farkında olmadan kendimi yaşanılandan, yaşanılanı yeniden yaşamaktan kurtarmak için bulduğum bir yöntemdi bu. Bunu sonradan anladım. Bu yöntem olabilecek yeni acılardan koruyordu belki ancak bu kez de doğru dürüst bir şey yaşamanı engelliyordu. Ve götürdüğü yer yalnızlıktı. Sonraları benim gibi bir sürü insanın da böyle davrandığını fark ettim.
Hancı elini sırtıma koydu. Diğerini uzun süredir tanıyormuş gibi duracağı yeri biliyormuş gibi, sözü devraldı. İnsan böyle bir durumdan ancak bir zahir’in yardımıyla kurtulabilir dedi. Asla silinemeyecek kadar kendini hafızaya kaydedecek, kaydetmekten öte adeta kazıyacak bir zahir. Zahir’in kelime anlamını biliyordum. Apaçık görünen, göz ardı edilmesi mümkün olmayan. Niçin bu kelimeyi kullandığını düşündüm; fakat lafını kesmedim. O devam etti. Bu durumdan kurtulmanın en temel yolu, yani korkudan dolayı yaşamdan kaçmayı ve silikleşmeyi önlemenin ve kendini gerçek yapmanın, zahir’e güvenmek ve ne pahasına olursa olsun ona sımsıkı yapışmak. Korkusu, yeniden güven duygusunu kazanmasını sürekli engellediğinden zahir’in iş çok zordur. Ve zahir de bundan çok zarar görebilir. Bağlılığı, bağımlılık olmadan bağlanmayı yeniden ve yeniden dener durur. O gün güvenir sonra birkaç gün sonra yine unutur. Sıfırdan başlar. Ve her yeni başlangıçta bıktıran bir umursamazlık vardır. İllallah dedirtir. Diğerinin bütün enerjisini sünger gibi emer. Ve daha da ilginci bunlardan bazılarının farklı konularda hafızası gayet iyidir. Korktuğu şeye yol açacak durumlar için oluşmuş bir sinir yolu vardır sanki beyninde. Bu acıdan ve korkudan kaçış planı işe yarıyor gibi görünse de başka bir şekilde yok oluşa götürür. Kendini ifade etmekten aciz, varlığını bulunduğu yerde göstermeyen, idare eden, olsun bakalımlarla kafa sallayan, silik ve yüzeysel birisi yapar. Başka bir dezavantajı daha var bu kaçışın. İyiyi yakalayıp bağlanmayı ve niteliği yaşatmadığı gibi, kötüyü de siler. O yüzden yaşadıkları kötü şeyleri, berbat ilişkileri, kendilerine yapılan haksızlıkları da kaydetmezler, unuturlar ve bunlara karşı bir önlem ve duruş geliştirmediklerinden devam ededuran bir bataklığa döner yaşamları. Kötüyü de unutuyorlar; fakat duygu birikiyor. En çok biriken de öfke. Daha sonra bu öfke kendine dönüyor ve kendine kızgın, kendisiyle düşman birisi olup çıkıyor. İfade edilemeyen ya da çözümlenemeyen duygular kaybolmuyor çünkü. Olayı unutsa da duygu kalıyor. Bunların çoğu da belli bir süre sonra bedensel hastalık olarak ortaya çıkıyor zaten. Daha da ilginci bu insanlar korktukları şeyden vazgeçiyorlar mı? Hayır. Çünkü zaten kaçtıkları ve korktukları şey, yaşamın vazgeçilmezlerinden. Örneğin ilişkiler. Bir yandan kısa süreli de olsa bunu yeniden, yeniden denerler. Size sürekli yaklaşıp dokunup kaçan, ancak bir türlü güvenip yaklaşamayan bir çocuk gibi.
İşte ancak bir Zahir onu gerçekten yüreğinden yakalarsa, severse ve onu uğraşılmaya değer bulursa, o zaman ancak onun yardımıyla kurtulabilir.
Bu tür insanları nasıl tanıyabiliriz diye sordum.
Çok zor insanlardır dedi hancı. Kolay, kolay güvenmezler. Bıktırırlar. Zekidirler. Kıvrak zekaya sahiptirler. Çok hızlı değiştirirler maskelerini. Yığınla sosyal maskeleri vardır. Ve karşınızda son derece kıvrak kişilik dansı yaparlar. Çok iyi oyuncudurlar. Eğer sadece korktuğu alan için bunları yapıyorsa bu daha iyi ve uğraşmaya değer. Zahir bunu hissedebilir. Değilse hayatının tümü oyun haline gelmişse yakınlaşmadan önce iyice düşünmeli derim. Dedi.
Dedi ve hızlıca kalktı. Anlatırken yorulmuştu. Anlatması da dinlemesi de yorucuydu. Birlikte yaşayanları düşünmek bile istemedim.
Yeniden masaya geldiğinde güneş yükselmişti. Adam kağıtlara bir şeyler karalıyordu. Belki de unutmuştu az öncekileri. Hancıya sordum.
Anı yaşamak önerilmiyor mu çoğu zaman? Bu tavsiye edilen bir şey değil mi? İşte bunlar da sadece anı yaşıyorlar.
Ama anlardakini unutuyorlar dedi. O anlarda verdikleri sözleri de. İmzaladıklarını da. Anlarının sorumluluğunu almıyorlar. O zaman bahsedilen anı yaşamak olmuyor bu. Denizde batmak üzere olan birisini gördün mü dedi. Görmüştüm evet. Ona benzerler dedi. Can havliyle başını suyun yüzeyine çıkarıp nefes alırlar, sonra yeniden batarlar. Bu sorun hem yüzmeyi öğrenememekle ham de suyun altını mı yoksa kıyıyı mı tercih edememekle ilgilidir. İkisi de. Zahir bu yüzden gereklidir. O kıyıya çıkmasına değer bir şeydir. Ona can simidi uzatır. Ancak onun varlığı, kıyıyı tercih etmesini sağlar. Korkusuyla baş etme cesaretini de. İkisi de çok yorulur bu çabadan dolayı. Zahir kıyıya çıkarmaya değer bulmalı o da ipe ya da can simidine tutunmaya.
Anı yaşamanın olumlu anlamını yok saymıyorum dedi hancı. Sorumluluk almak şartıyla hayatı hayat yapan yegâne davranış biçimidir. Ve Peygamber’in(sav) duasını hatırlattı. “Geçmişe kederlenmekten ve gelecek için kaygı duymaktan sana sığınırım”.
Unutkanlığı seçiyoruz. Korkuyla baş etmekten daha kolay çünkü. Evet der gibi başını salladı.
Adam yanımızdan uzaklaşalı çok olmuştu. Geri döndüğünde bizi hatırlayacağından emin değilim dedi. Umarım zahir’ini bulur. Umarım kendini bir zahir’e sevdirir. Unutma dedi. Bu alemi ayakta tutan yegane değer sevgidir. Muhabbettir. Muhabbetten hasıl oldu alem. Yaşamın bir tercih olduğunu hatırlattı yeniden. Elindeki kitabı açıp sanki önceden hazırlamış gibi okumaya başladı:
Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.
Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun.
Temizlerin muhabbetini tâ... canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbete gönül verme.
Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma güneşler var.
Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker.
Agâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbali bir ikbal sahibinden öğren!!! (Mesnevi.1/721-726) www.pozitifdegisim.com