Türkiye hem Müslüman hem güçlü...

TÜRKİYE HEM MÜSLÜMAN HEM DE GÜÇLÜ OLMAK ZORUNDA

 

Türkiye Cumhuriyetinin bakiyesi olduğu devlet tam altı yüz yıl dünya idaresinde İslam toplumunun temsilciliğini yapmış. Bu günün laikçileri reddi miras yapsalar da Osmanlının bu altı yüzyılından dolayı Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle Asya ve Ortadoğu’ya karşı hem hukuki hem de duygusal sebeplerden dolayı sorumluğu vardır. Reddi miras yaparak bu sorumluluğun yükünden kaçmak ancak perde ile güneşin arzın üzerine doğuşunu engellemek gibi bir şeydir. Ne zamanki Osmanlı güneşe perde çekmek istedi ve sorumluluklarını deniz sefasıyla gölgeledi, güneş perdeyle birlikte Osmanlıyı da yaktı. Bu yük halen taşımak istemeyenleri alaşağı edip talip olanları devlet yapacak kadar önemlidir.

 

Osmanlı altı yüzyıllık idaresinin dört yüzyılında, Ortadoğu ve Asya’nın tamamını hâkimiyeti altında bulundurmuştur. Batınında aşağı yukarı bir çeyreğini yine dört yüzyıl sevk ve idare etmiş. Oradaki insanların hayatlarında etkin ve egemen olmuştur. Bunun aşağı yukarı yirmi nesle tekabül ettiğini varsayarsak Osmanlının sevk ve idaresinde kalan bu coğrafyalarda doğup ta yirmi yaşına ulaşan yirmi ayrı kuşak yaşamıştır. Bu kuşaklara rağmen Osmanlının ayrıldığı tüm batı coğrafyalarından izleri, çok hızlı silinmiştir. Oysa doğu ve Asya’da halen Osmanlının egemenliğine ait izler ve talepler mevcuttur.

 

1923’te sonuçlanan ama çalışmalarının en az bir yüzyıl geriye gittiği varsayılan ve temelde “batılılaşma ve millileşme” operasyonu olarak dayatılan bir sonuç olan Türkiye Cumhuriyeti yönetim sistemi, yüzyıldır bu yükü görmezden gelmiştir. Bu görmezden gelmenin daha uzun boylu olmayacağı tüm dünya tarafından da bu topraklarda yaşayanlar tarafından da zaten varsayılmaktadır. Hareket etmenin mecbur, durmanın da yıkım sayılacağı bir dünya sisteminde ya bir blok ya da bir güç değilseniz yaşam hakkı bulmakta zorlanmanız kaçınılmazdır. Bu anlamda Türkiye Cumhuriyeti de bir şey olmak zorundadır. Olduğu şeyin kapsayıcılığı ise, ya Sultan Kanuni’nin Fransa’ya yazdığı mektubun gücünü oluşturan merkez kadar etkin, ya da kendisini sınır ötesinde de anlamlı hale getirecek ve dünyanın farklı coğrafyalarında gönüllü bulacak kadar ideolojik olmalıdır.

 

Her iki ihtimalinde bu günkü temsilcileri tüm dünyanın gözü önünde bir yarış içinde. İran tüm dünyada, hem de şaşırtıcı bir şekilde gönüllü ve etkinlik sahibi. ABD bu güne kadar sadece zulmünü pekiştirmek için kullandığı gücün, maliyeti altında ezilmeye başladı. Talan ve zulümden başka ideolojisinin olmaması ABD yi hem dünyanın diğer toplumları hem de kendi toplumunda sorgulanır hale getirdi. Rusya Bolşevik devrimiyle içe kapanmasını müteakip, açık toplum haline geldiğini iddia ettiği son yılların, en güçlü dönemini yaşıyor. Avrupa AB projesine rağmen parçalanmışlığın ve ilgili olması gereken alanların çok uzağında kalmaktan kendisini kurtarabilmiş değil.

 

Son yüzyıldaki ABD etkinliği, Türkiye ya da bu yüzyılın başlarında liderleri masa başı atamalarla oluşturulmuş Ortadoğu ülkelerini silikleştirdiği gibi, aynı düzeyde olmasa da siyasi refleksler açısından AB ülkelerini de etkilemiştir. Öyle ki Avrupa kendi coğrafyasındaki bir sorunda bile ABD yi göz ucuyla süzer hale gelmiştir. Gücün zafiyete dönüştüğü, organizasyon yeteneğinin bir güç haline geldiği şu dönemde, Türkiye’nin aradan sıyrılması ve sorumluluklarına sahip çıkarak bu sıyrılmışlığını güçlendiresi mümkündür. İşte bu sebeple Türkiye sorumluluk alanlarına ulaşabilmek için güçlü, sorumluluklarına sahip çıkmak içinde Müslümanlaşmak zorundadır.

 

Birinci dünya savaşında ortaya çıkıp ikinci dünya savaşında Japonya’nın saf dışı edilmesi yöntemi ile bir güç olarak belirginleşen ABD, görünen o ki suyunu tüketip karaya yaklaştı. Bunun farkına varan bu yüzyılın öncesindeki süper güçler, kıpırdanışa geçti. Rusya kendi dünyasında bir takım özel önlemler alıyor.  İran, Ortadoğu’nun belirginleşen en büyük gücü olarak daha bir meydanlarda. Hem Batının hem de Doğu ve Asya’nın uşak devletleri ise seyir halinde. Orta oyunun galipleri ile iş tutmaktan keyif alacaklarını söylemekten de geri durmuyorlar.

Bu tabloda Türkiye farkını ortaya koymak durumundadır. Doğunun ve Asya’nın geçmişe ait altı yüzyıllık sorumluluğunu hissedip, Müslüman olan milletiyle uyumunu sağlamak için devletini de Müslümanlaştırmak ama kendisini ve kendisine sığınanları koruyacak kadarda güçlenmek durumundadır. Artık ne olduğunu kendisinin de tarif edemediği şart ve durumlara göre politik, gelişmelere göre de reaksiyoner bir yapı olan laikliğe yapışmakla bu ülkenin alabileceği bir yol kalmamıştır. Şu günlerin devlet için müzikteki es günleri arayış günleri olduğunu görebiliyoruz. Yanlış bir kararın kendimizle birlikte altı yüzyıllık sorumluluğun yansıması olan coğrafyayıda mağdur edeceğini unutmayalım.

 

Muhammed (as)’ın getirdiği dinin devlet yönetim ve bürokrasisinde egemen olmadığına inandığım, belki yarı dini diyebileceğimiz bir idare olan Osmanlıdan daha dini, etkin ve egemen olduğu hatta yüzlerce yıl kaldığı coğrafyalara din ve yaşam özgürlüğünün nasıl verileceği konusunda ondan daha kitabi, bilim ve teknolojinin kullanılmasında bu günkü emsallerinden daha hırslı bir devlet olmak hayal değildir. Türkiye hem dinin yaşanılabilir bir hayat olduğunu, yaşanacak bir hayat sunduğunu, hem de ahiretini mamur edenlerin dünyasını da imar edebileceğini gösterebilir. Bunun yolu güçlü ve Müslümanlaşmış bir Türkiye’den geçiyor.  Türkiye’nin nasıl Müslümanlaşacağının yolu mu? Onu da İslam peygamberinin rahmet ve merhametiyle bezenmiş stratejisinde aramak lazım.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum