Tiyatro ve terbiye

İki hafta önce ailecek tiyatroya gidelim, dedik. Çeşitli aksaklıklar yüzünden geciktik. Devlet Tiyatrosu’nun kapısından girdiğimizde saat 19.59 idi. Trafikte ikide bir yolumuzu kesmiş olan kırmızı ışıklara karşın, vaktinde gelebilmiş olmanın sevinci vardı içimizde. Oyunun başlamasına bir dakika vardı. Bir dakika, 60 saniyedir ve 60 saniye hiç de kısa bir süre değildir. Bu arada o bildik duyuruyu işittik: “Sayın seyirciler! Oyunumuz başlamak üzeredir, lütfen yerlerinizi alınız!”

Yerimizi almak için salon kapısına yönelmiştik ki, görevli hanım, içeri giremeyeceğimizi, balkona çıkmamız gerektiğini, oyunun başladığını söyledi. Ona “başlamak üzere”nin “başladı” anlamına gelmediğini söyledim ama beni dinlemeye ve anlamaya niyetli değildi. Ben de tartışmaya niyetli değildim.

Görevliye karşı çıkmadan, salona girmek için hiç üstelemeden, “Peki!” diyerek balkona çıkan merdivenlere yöneldik, balkona çıktık, boş bulduğumuz koltuklara yerleştik. Görevli hanımın “başladı” dediği oyun, biz koltuklarımıza oturduktan sonra, gerçekten başladı. O sürede biz pekâlâ biletlerimizde yazılı olan, salondaki koltuklarımıza da oturabilirdik.

Görevli hanımın bu davranışı canımı sıkmıştı doğrusu. Hani bu tiyatroda “oyun başlamak üzere” iken şöyle dursun, “başladıktan sonra” salona girenler olduğunu hem de kaç kez görmemiş olsam veya bundan sonra böyle bir şeyi görmeyeceğimi umabilsem, gam yemez; haksızlığa uğradığımızı düşünmez, bir çeşit aşağılanma duygusuna kapılmazdım. Bu olumsuz düşünce ve duyguları unutmak; her şeye rağmen, görevlinin bize karşı davranışını bir çeşit “işgüzarlık” sayıp geçmek niyetindeydim. Fakat…

Fakat, geçen cuma akşamı, bir arkadaşımın maruz kaldığı davranışı öğrenince, Konya Devlet Tiyatrosu’nda önemli bir “terbiye sorunu” olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği Kendime Kıyamam adlı oyunu salonda, salonun sanırım son sırasında izleyen arkadaşım, oyun bittikten sonra, izleyiciler oyuncuları alkışlar, oyuncular izleyicileri selâmlarken salondan çıkmak istemiş. Kapıyı tutan biri, bir “görevli”, “Seremoni bitmeden çıkamazsınız!” demiş ona.

Bu nasıl bir terbiyesizliktir böyle? Kim, hangi hakla böyle bir şey isteyebilir bir izleyiciden? Evet, tiyatro, konser gibi sanat etkinliklerini izlemenin belli kuralları, belli gerekleri vardır ama bunlar arasında sanatçıları “alkışlamak” olduğu kadar, alkışlamayarak tepki göstermek de vardır. Kaldı ki, bizim terbiyesizlik etmekte beis görmeyen tiyatro muhafızımızın istediği şey, “alkışların dinmesini beklemek” gibi, akla mantığa sığmaz bir istektir. “Başlamak üzere” olan oyunu izlemek için salona girmemize izin vermeyen o tuhaf tiyatro otoritesi, oyun bittiği hâlde izleyicinin salondan çıkmasına izin vermeme yetkisine de sahip olduğunu sanabiliyordu.

Tiyatro, insan ilişkilerinin inceliklerine dair pek çok ayrıntının ne denli önemli olduğunu en somut biçimde gösteren bir sanat dalı değil midir? Bu tiyatro çalışanları, sahnelenen oyunları izlemiyorlar mı? Yoksa izlediklerini anlama, değerlendirme, kendi hayatlarına ve davranışlarına uyarlama konusunda bir yetersizlik içinde midirler? Yoksa, sahnelenen oyunlardan onları böyle kaba ve çirkin davranmaya yöneltecek öğeleri seçip benimseme gibi özel bir maharet mi geliştirmiş bu görevliler? Yoksa, bütün bu olumsuzlukların nedeni, tiyatronun “Devlet Tiyatrosu” olması mı?

Bu sonuncu ihtimale “evet” demek, bütün vatandaşları ürpertecek, titretecek, uyaracak, kendine getirecek, silkeleyecek, düşündürecek, harekete geçirecek, devlet ve millet kavramlarını yeniden tartmayı, tartışmayı gerektirecek bir ağırlık taşıması bakımından öteki ihtimallerden daha önemli görünüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.