Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

TEMELSİZLİK VE KİBİR HÜSRÂN VE YIKIM SEBEBİDİR

Yıllar önce Müslümanlar olarak bir holding tecrübesi yaşamıştık. Çoğumuz iyi hatırlar. Zira hala çok sayıda holdingzedeler var aramızda. Bir tarafta İslamî sermayeyi değerlendirme, Müslümanlara çok para kazandırma ve bu arada da ekonomik alanda güçlü olup İslam’a büyük hizmet edeceğini vaad eden holdinci kardeşler; öte tarafta hem İslam’a hizmete katkım olsun, hem de üç beş kuruş kazancım olsun diyerek onlara birikimlerini teslim eden kardeşler vardı. Sonuçta çok büyük meblağlar toplandı ve beklenen olmadı. Holdinglerin çoğu battı, ortakların bir çoğu da mağdur oldu. Öyle ki kar zarar ortaklığı diye ortaya çıkan bu oluşumlar, şu zamana kadar şu kadar kar ettik, ama şu zamandan sonra şu sebeplerden dolayı şu kadar zarar ettik, sizin sehminize de şu kadar zarar düştü diyemediler. Bu oluşumlara katılan çoğu kişinin hesabı, görebildiğimiz kadarıyla ahrete kaldı.

Bize göre tüm bu olanların iki ana sebebi vardı: Temelsizlik ve hırs. Ekonomik anlamda sağlam bir alt yapıya sahip olmayan, önemli bir kısmı uğraşı alanından uzak insanlar, iyi niyetlerle şirket kurmaya ve yönetmeye kalktılar. Yanısıra hem şirketi ellerinde tutanlar, hem de onlara katkıda bulunanlar çok büyük hırs ve tamahın içerisine düştüler. Daha çok kazanmak için, daha fazla alanlara, hem de hiç bilgi sahibi olmadıkları sahalara daldılar. Sonuç hüsrân ve hayal kırıklığı oldu. Öyle oldu ki artık, hiç kimse elindeki üç beş kuruşu finans kurumunda yahut yastık altında tuttuğu halde, en sevdiği kimseye bile bir girişim için emanet edemez oldu. Güvenilir Peygamberin ümmeti, kardeşleri arasında güvensizlik problemi yaşar hale geldi.

Bunları niye hatırladık ve hatırlattık? Şunun için, son aylarda Müslümanlar olarak benzer bir durumu İslamî oluşumlar alanında yaşadık ve yaşamaktayız. Osmanlının yıkılışından sonra uzun süren bir fetret döneminden sonra Müslümanlar, yeniden kendilerine gelmeye, asıllarına dönmeye başladılar. Sonuçta cenaze yıkayacak ve namaz kıldıracak yeterli sayıda elemanın kalmadığı bir dönemden sonra yeniden Müslümanların çok büyük hizmet alanları oldu. Çok büyük kurslar, yurtlar, okullar, dershaneler, evler dinî hizmet alanı haline geldi. Artık bu oluşumlar, kendi alanlarının dışına çıkıp siyasî ve iktisadî alanlarda söz sahibi olmaya başladılar. Artık bu oluşumlar yöneticileri atama, azletme salahiyetine sahip oldular; ekonomik alanda çok büyük şirketler kurdular, büyük paralar yönetmeye başladılar. Ancak bu da uzun sürmedi, sonuçta bu büyük organizasyonlar cemaat halinde hüsrân duvarına toslamaya başladılar.

Biz de adettir, zaferleri herkes sahiplenir; ancak hezimetleri sahiplenen çıkmaz. Tam tersine suçu başkasına atmak, bir şeytan mantığı olarak bize şeytandan miras kalmıştır. Hep kaşı taraf suçlanır, hezimette bizim tarafta hiç suç yoktur. Hani şeytan, İlahî emre karşı çıkıp kovulunca, suçu Âdem’e atıp, hep bunun yüzünden oldu, ben de bunun soyunu saptırıp azdıracağım demişti ya! Şimdi şeytanın bu mirası kaybedenlerin en başta yöneldikleri yöntem olmuş gözüküyor. Oysa bize düşen ve yakışan şeytanın mirasını değil, atamız Âdem’in mirasını sahiplenmekti. Hani Âdem aleyhisselam, şeytanın iğvasıyla yanlış yapıp yasak meyveyi yediğinde, asla suçu İblis’e atmayıp eşiyle beraber, Rabbimiz biz kendimize zulmettik diye suçu sahiplenmişler, itiraf edip tevbeye sığınmışlardı. Ama onun evladları olarak bizler, Benî Âdem olarak atamızın mirasını sürdürmeyi akıl edemiyoruz. Ortada bir hezimet var, bir oluşumun duvara toslaması var, sarsılan bir güven var, kaybedilen milyonlarca insanın itimadı-beklentisi var. Ama bütün bunların faturası hep karşı tarafta. İşin öncülerinin hiç kendilerine dönüp, biz nerede yanlış yaptık acaba diye sorduklarına tanık olamıyoruz. Oysa Rabbimiz, Ey iman edenler, siz önce kendi nefsinize bakın, önce kendinizi düzeltin, kendinizi sorgulayın buyurmuşu!

Şimdi biz holdinglerde olduğu gibi bir durum tespiti daha yapmak istiyoruz: Holdingleri temelsizlik ve hırs batırdı demiştik. Bu oluşumları hüsrâna sürükleyen de bize göre temelsizlik ve kibirdir.

Şöyle ki, şayet siz dinî alanda büyük hedefler ortaya koyarak yola çıktığınız halde sağlam bir temeliniz olmazsa; dinin en temel iki kaynağı Kur’ân ve sahih Sünnet ilk müracaat ettiğiniz ve en fazla okuduğunuz başvuru kaynağınız olmazsa… Kur’ân ve Sünnetten çok başka kaynaklara yönelirseniz, onları gündeme taşırsanız… Allah’ın Kelamı ve Rasülullahın Sünnetinden ziyada, başkaları sizin gündeminize oturur ve gündeminizi belirlemeye kalkarsa… Kur’ân ve sahih sünnetteki dualara rağmen, başka duaları dilinize pelesenk ederseniz… Kur’ân ve Sünnetteki açıklamalara rağmen, hala rüyalarınız ve ilhamlarınız sizi yönetirse… Şianın Masum imam anlayışını eleştirirken Ehl-i Sünnet olarak hiç hata etmeyen örtülü Masum imamlar üretirsek… Evet, bütün bunlar varsa siz sağlam bir temel üzerine oturmuyorsunuz demektir.

Şayet siz, mensup olduğunuz oluşumunuzu bir araç olarak görmez ve hedef haline getirirseniz… Benzer oluşumları yok sayar, dışlar ve küçük görürseniz… Pastadan pay kaparken yalnızca kendi nefislerinizi düşünür, diğer kardeşlerinizi görmezden gelirseniz… O zaman siz de alçaltan ve sonu yıkım olan bir kibir var demektir.

Ama tevbe kapısı, kendisine dönen samimi kullar için her zaman açıktır. Zira Yüce Allah tevbekârların tevbesini çokça kabul edendir. Vesselam.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.