Siyasetin hastalık tablosu...

Bu yazıyı yazarken “hastalık tablosu” yerine “sendromu” kelimesini kullanacaktım, ancak üstad  Windows  uyarıda bulundu,  “sen en iyisi Türkçesini yaz, sendrom yerine, hastalık tablosu kelimelerini kullan” dedi..

Evet siyaset bilimi açısından Türkiye’deki durumu  anlatacak en güzel tanım bu olsa gerek.

Hastalık tablosu…

Siyaset hastalanmıştır ve siyasetin acilen hastalık tablosunun ortaya konulması gerekmektedir…

Ancak bunu ortaya koymaya kimse yanaşmıyor.

O zaman ben ucundan kıyısından bir şeyler söyleyeyim…

Siyasetin hastalandığına dair emareler nelerdir?

Birincisi, Türkiye’de siyasi partilerin durumu…

Lider anlayışından tutun da, örgütlenme biçimi, iktidar ve muhalefet ilişkilerine kadar  tam anlamıyla fecaat durumdalar…

Daha birbirlerine ne şekilde hitap edecekleri konusunda anlaşamayan “Sizli-bizli”, “senli - benli” tartışmaları siyasetlerinin merkezine oturtan liderlerinden bahsetmiyorum.

Bu liderleri seçim yoluyla değiştirmekten falan da bahsetmiyorum.

Oraya hiç gelmiyorum, çünkü bu, “deveyi hendekten atlatmaktan daha zor” bir durum…

Ama en azından parti içi demokrasi olsun istiyor insan.

Ancak partilerimizin neredeyse tamamında parti içi demokrasiyi ara ki bulasın…

Partinizde yanlış bir şey mi gördünüz?

Makul olan nedir?

Demokratik hakkınızı kullanmanız, itiraz etmeniz, parti yönetimini uyarmanız…

Evet, normal siyasi partilerde böyle yapılır…

Peki bizde böyle yapınca ne mi oluyor?

Parti içi demokrasi hemen işliyor!

Partide yanlış gördüğü şeye itiraz eden kişi, apar topar partiden ihraç ediliyor. 

Partiden ihraç edilen adam hatta “hain” durumuna bile düşebiliyor…

“Bu partili niye ihraç edildi” diye sorarsanız siz de aynı pozisyona düşüyorsunuz…

İkincisi,  demokrasinin ve siyasetin olmazsa olmazı,  seçimler…

Maalesef seçimlerde vatandaş özgürce tercihlerini sandığa yansıtamıyor.

Vatandaş tercihini özgürce yerine getirmeli, istediğini seçmeli diyorlar, ama göstergeler hiç de bunu söylemiyor.

Burada seçim baskısından falan bahsetmiyorum.  

Seçim süreci boyunca gerek medya, gerek siyaset dışı unsurlar –buna askeri ve sivil bürokrasi ve birtakım seçkinler, siyasetin akil! adamları dahil-, gerekse araştırma şirketleri aracılığıyla seçmen maniple - yine Windows araya girdi ve maniple yerine hileli yönlendirme kelimelerini kullan diye beni uyardı, hay sen bin yaşa-  ediliyor.
Evet bu hileli yönlendirme sonucunda seçmen kararını sağlıklı bir şekilde vermekte zorlanıyor.

Öyle ki, insanlar oy verirken hangi gerekçelerle oy verdiğini neredeyse kendileri bile bilmiyor.

Seçmenler  neredeyse televizyon kanallarında yer alan yarışmalara, pop starlara,  SMS’le oy verir gibi veriyorlar oylarını.

Bunun adına olsa olsa hileli yönlendirme denebilir.

J.Jack Rousseau “vatandaş sadece oy verirken özgürdür” diyor.

Ancak vatandaş oy verirken de yeterince özgür değil sanırım…

Demokrasinin en önemli ilkesi de bu sayede çiğnendikten sonra biz hala neyi konuşuyoruz…?

Siyasetin hastalık tablosunun üçüncü  sırasında sivil toplum örgütleri var…

Siyaset kurumunun sağlıklı bir şekilde işlemesine yardımcı olacağını düşündüğümüz sivil toplum örgütlerinin hali daha mı iyi?

Her şeyden önce  onlar siyasi partilerden daha kötü durumdalar.

Çok küçük, ucuz hesaplar için, haydi daha net söyleyelim,  mesela yönetim kurulu başkanlıkları,  yönetim kurulu üyelikleri gibi menfaatler uğruna,  temsil ettikleri kesimlerin sözcüsü olmaktan ziyade  kendilerine yakın olan güç odaklarının sesleri haline geliyorlar.

Özellikle sendikalar bu sivil toplum örgütleri içinde kendisinden  çok şey beklenen ve yine  en çok hayal kırıklığına yol açan kurumların başında geliyor.

Biliyoruz ki, sendikalar bir dönem ülkelerin ve ezilenlerin kaderlerini değiştirmişler, devrimlere yol açmışlar, bir dönemin vicdanı olmuşlar…

Şimdiki sendikaları geçmişte gerçekleştirdikleri bu destansı mücadelelerini düşününce hiç anlayamıyorum.

Anlamamam için de pek çok gerekçe var…

Bir defe her sendika bir siyasi partiye yakın, gerek  ideolojik gerekse kurumsal  olarak.

Ve yakın olduğu siyasi parti iktidara gelmişse, o sendikanın geçmişteki onurlu direnişine, meydanları geçmiş  iktidarlara dar edişine bu dönemde rastlayamıyoruz her nedense.

Süt dökmüş kediye dönüyorlar bu sendikalar…

İktidar karşısında adeta dilsiz şeytana dönüşüyorlar…

Sağ, sol fark etmiyor, al birini vur ötekine….

Mesela iktidarla çatır çatır  pazarlık yapması gereken bu sendikalar, her toplu sözleşme döneminde nasılsa “uzlaşıyorlar”  ve temsil ettikleri kitlelere de utanmadan “sizin için en iyi olanını aldık” diyerek zafer şarkıları söyleyerek koltukları soğumadan yerlerine oturuyorlar. 

Siyasetin hastalık tablosu tabii ki sadece bu saydıklarımdan müteşekkil değil.

Daha pek çok sorunu var siyasetin…

Ancak bu sıraladıklarım siyasetin sağlıklı bir yapıya kavuşmamasının ana nedenleri…

İlk önce bu sorunlar giderilmeli…

İnanın ki daha sonra işimiz çok kolay.

Önceki ve Sonraki Yazılar