Sille’ye biraz Hıristiyan mı iskân etsek, ne?

Son yıllarda bir ‘Dinler Arası Diyalog’ lafıdır çıktı, sürgit gidiyor. Fakat hiçbir Allah kulu da çıkıp bunun ne demeye geldiğini doğru dürüst açıklamıyor. Nedir efendim, ‘Dinler Arası Diyalog’? Dinlerin mücerret kişilikleri cismaniyet kazandı da, bunlar karşı karşıya gelip görüşmeler mi yapıyorlar? Yoksa birileri (en azından bu konunun Müslüman tarafı) kendi kendilerine temsil yetkisi vererek ümmetlerinin adına ahkâm mı kesmektedirler? Hem bu görüşmeler, bir diyalog mu yoksa trialog ya da tetralog mu? Öyle ya, bu görüşmelerde Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler ve bir de Laikler yok mu? Öyleyse buna tetralog(!) demek gerekmiyor mu?

Peki, bu görüşmeler gerçek bir ihtiyaçtan mı doğdu? Bu ihtiyaç ne gibi bir ‘ihtiyaç’tır? Kimin ihtiyacıdır? Bu fikir hangi tarafça ortaya atılmıştır? Başka bir deyişle bu kimin gerçek gündemidir; kim bu gündeme eklemlenmiştir?
İslam’ın terminolojisinde ‘tebliğ’ vardır ve Müslümanlar tebliğle memurdurlar da ‘diyalog’ ne anlama gelmektedir?


‘Diyalog’da tarafların biri birlerini bir konuda ikna çalışmaları mı vardır, yoksa belirlenen ortak sorunlara çözüm arama çabaları mı?
Ortak sorunlara çözüm aranacaksa, bu ortak sorunlar nelerdir? Bunları kim belirlemiştir? Bu sorunlara çözüm aranırken genel manada ‘dinî düşünce’ mi esas alınacaktır laik/seküler düşünce mi? Yoksa çözüm arama çalışmaları ulusal renkler de taşıyacak mıdır?
‘Dinî düşünce’ esas alınacaksa, Hıristiyanlığın bir ‘dinî düşünce’si kalmış mıdır? Öyle ya, Hıristiyanlık, laikliği içselleştirmiş durumda değil midir? Özellikle Protestanlık kanadıyla, fakat aslında tüm mezhepleri itibariyle de, Hıristiyanlık, ‘devlet’ talebinden ve ‘birey ve toplumun dünyasına yön verme’ hak ve görevinden vazgeçmiş değil midir? Hıristiyanlık dünyayı (dünyalığı) kazanma konusundaki ilkeleri belirlemek iddiasında mıdır? Yoksa ‘pazarın kuralları’na ilişkin söz söylemeyi, yönetimin esas ve usullerine, yargının temel prensiplerine dair söz söylemeyi hayal bile edememekte midir?

Bunu, gönüllerinde arzulamakta olup da gerçekleşmesi konusunda ümidleri olmadığı için gündeme getirememelerinden söz etmiyorum. Bu fikir onlara, hiç dinin gereği ve kapsamı olarak gelmemektedir ki, onlar, bu konuda dillendiremedikleri bir özlem taşıyor olsunlar. Onlar sürüldükleri ‘hayat dışı’nı içselleştirmiş durumdalar. Onlar, ‘dinin dünya ile ilgili düzenleme hakkı olmadığı, sadece insanlara ahiretle ilgili telkinatta bulunabileceği, bunu yaparken de dünyayı düzenleyenlerin plan ve programlarını aksatmamaya özenmesi gerektiği’ fikrini bütün benlikleri ile kabul etmiş durumdalar. Onlar laikliğe ikna edilmiş durumdalar.

Dünyayı (dünyalığı) kazanmanın yolları ile ahireti kazanmanın yollarını ayıran, bunlarla ilgili ilkeleri farklı kaynaklara bağlayan bir düşüncenin ‘dinî düşünce’ olması söz konusu olabilir mi? ‘Dini düşünce’, dünyayı kazanmanın yollarının da ahireti kazanmanın yollarının da tanrı (tek tanrı) eksenli olması esası üzerine kurulmuştur. Bu ekseni kaybeden insanların/heyetlerin/ümmetlerin sekülarizme karşı mücadele etmeye fikrî ve iradî mecalleri olabilir mi? Bunlar bu halleriyle, kendileri sekülarize olmuş durumda değiller mi?
Hıristiyan din adamlarının, bugün, kendi toplumları ile diyalog vasatları var mı? Kendi toplumları ile diyalog vasatlarını kaybetmiş kişilerin İslâm coğrafyasında kendilerine çömez arama çabası mı yoksa bu olanlar?

Gelelim ülkemize, ülkemizden bu yapay değirmene su taşıma çabalarına… Ülkemizde ‘İslâm’ı temsil hakkı/makamı’nın henüz sahiplendirilememiş olması bir yana, bu diyaloga katılanların amaç ve gerekçeleri de meçhul. Sadece tartışmaya taraf olmak için mi katılıyor katılanlar? Bu, saf entelektüel bir faaliyet mi? Yoksa bununla meşruiyet mi aranmaktadır? Yabancılardan tedarik edilecek bir meşruiyet(!) Bu tedarik girişimlerinin fikir ve eylem aşamalarına ilişkin master planları bari yerli olsaydı!

‘Savaşı anayurttan uzak tutma’ diye bir kavram var? Savaşa karar vereceksiniz, bundan fayda umacaksınız, ama savaşı kendi etkilenme alanınızdan uzak tutacaksınız. Bu yolla başkalarının ülkelerini kargaşaya sürükleyeceksiniz, başkalarının imkânlarını yele vereceksiniz, ama sizin ülkeniz güllük gülistan olacak, kargaşadan arî olacak. Acaba olan, bizim manevi iklimimizin bu gündemle, böyle bir savaşa sahne olması mıdır? Hem bu savaş ve işgal için, bir asra yakın zamandır, içimizden çıkanlar eliyle tüm manevi kalelerimiz tersinden hafriyata tabi tutulmuş ve aidiyet duygularımız yok edilmiş değil midir? Yani ortam pek hazırdır; Özellikle, belli yaşın altındaki kendisini boşlukta hisseden çocuklarımız için bu, böyledir.

‘Diyalog’ meselesine pek düşkün bazı kardeşlerimiz ‘İslâm’ın başka din ve fikirlerden korkacak bir tarafının olmadığı’ savunmasıyla karşı duruyorlar eleştirilere. El hakk doğrudur. Biz de İslâm’ın gücüne inanıyoruz ve bunu biliyoruz; ama bizim söylediğimiz resmî ideoloji eliyle İslâm’la fiziki ilişkileri sıfırlanmış, kalbî ilişkileri de handiyse sıfırlanma noktasına getirilmiş, hatta İslâm’a düşman hale getirilmiş gençlerimizin direniş güçlerinin olmadığıdır.

‘Dinler Arası Diyalog’ terkibi, insanların şuuraltılarında, zımnen, İslâm’ın da mümkün seçeneklerden biri olduğu kanaati oluşturuyor. Oysa İslâm ‘ed-Din’dir. Yani, biriciktir; Allah katında yegâne dindir. Manevi yönleri oldukça zayıflatılmış fertlerin/toplumların psikolojik dünyalarında, İslâm’ı, eşdeğer seçeneklerden biri derekesine düşürmek hangi sonuca hizmet eder ve bunun vebalini kim kaldırabilir. (Bu noktada bir cemaatle ilişkileri olan kimi insanların “madem sonunda hepsi hakikat ve hepsinin sonu cennet o zaman niye dünyamı zora sokayım” diyerek Hıristiyanlığa geçtikleri söylentileri acaba sadece söylenti mi? Yoksa… Allah korusun…)

“Ehl-i kitapla Amentü’de İttifak”tan (Ahmed Şahin 17.4.2000 Zaman) bahseden büyüklerimiz kendilerini ve bizi yanıltıyorlar. Bir kere, böyle bir ittifak yok. Zira biz, bütün peygamberlere iman eder onları baş tacımız bilirken, onlar Muhammed aleyhisselâmı inkâr etmektedirler. İkincisi, nerede ‘ehl-i kitap’? Klasik kitaplarımızda ve başta Kitab-ı Kerim’de geçen ‘ehl-i kitap’ yok karşımızda artık. Muhammed aleyhisselâmı inkâr etmelerini bir yana bırakalım, ‘dini düşünce’yi terk edenlerin/kaybedenlerin ‘ehl-i kitap’lığından söz edilemez. ‘Laiklik’in icadından sonra, bunu kabul edenler için, ehl-i kitaplık bitmiştir artık.

Ehl-i Kitaplık yoksa, bırakın dinler arası diyaloğu, dinlerin yeniden vahiy eksenine nasıl oturtulacağının yolunu ortaklaşa arama peşine düşmek gerekir. Bunun için de uyandırabiliyorsak, o sözde dinlilerin kalbinde, ‘dini düşünce’nin gereği/zarureti duygusunu oluşturalım. Bunun gündeme alınacağı coğrafya da, tabir caizse, ‘savaş alanı’ da, bizim ülkemiz olmamalı. ‘Savaşı ülkemizden uzak’ tutmalıyız, savaşı olması gereken yere yıkmalıyız.

Tüm bunlar böyleyken, iyi niyetinden kesinlikle şüphe etmediğimiz Ramazan Altıntaş Hocamız, Mevlâna’nın Sille-Akmanastır’daki papazlarla diyalogundan (bizce bu ‘tebliğ’dir) (26.8.2005 Memleket) bahisle, günümüzde de bir “Sille Platformu” oluşturulmasını “büyüklerimizin dikkatine arzediyor.” Bizce bu büyük bir yanlıştır. Ne yapalım yani, Sille’ye biraz Hıristiyan mı iskân edelim? Ya da, bir kısım Hıristiyanları davet edelim de bize Hıristiyanlığı anlatsınlar, biz de onlara İslâm’ı mı? Konu bu mu, Allah aşkına? Bizim şu an kendi ülkemizde ve tüm İslâm coğrafyasında zilletimizin sebebi ‘dinler arası diyalog’(!) eksikliği mi?

‘Dinler arası diyalog’ ya da ‘hoşgörü’ buluşmaları bizim mahalleye yıkılmış savaştır. Bu iş gündemimizin doldurulması ve bu yolla, önceden müsait hale getirilmiş yeni kuşaklarımızın avlanmasından başka bir şeye hizmet etmiyor. Ülkemizin bir başka biçimle Endülüs’ün akıbetine benzetilmesi, İslâmsızlaştırılması gayesinin planlarından biridir.

Hocamız, hocalarımız, sözgelimi, hicapla ilgili olarak, kalbleri, en ince yerinden yakalayacak bir risale yazsalar, kaybettiğimiz Allah sevgisi ve korkusunu içimizde güzel bir şekilde depreştirecek eserler verseler ve biz de onların kitlelere karşılıksız ulaştırılmasını sağlasak… Tebliğ halkaları oluşturulmasına ön ayak olsalar, kahve kahve, dernek dernek, oda oda, ev ev dolaşıp da şu göbeği açık çocuklarımıza şu kendimize, şu toplumumuza bir ‘diyalog’ yapsak daha iyi olmaz mı?

Hürmetle arz ederim, efendim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.