Hüseyin Altunbaş

Hüseyin Altunbaş

Reklamsız marka olmaz

Aktif İşadamları ve Sanayicileri Derneği AKTİSAD’ın Başkanı Ali Akın ne güzel söyledi. “Artık firmalarımızın marka olması için reklam çok daha önemli.” Yani markaya giden yolda yanınıza alacağınız üç şeyden biri reklam. Diğer ikisi?

Çağımızın olmazsa olmazı iletişim kurmak. Hele bu firmalar için olunca daha da hayati önemde. İnsanlar içinde elzem ama iletişim kurulmazsa da yaşanır, ama nasıl yaşanırsa artık!  Ama firmalarımız açısından damardaki kan gibi iletişim. Besin maddesi yani. Hafta içi Aktisad ve Konya Reklamcılar Derneği, firmalarımızın reklam iletişimlerine farklı bir anlayış ve çeki düzen getirmek amacıyla bir araya geldi. Bu bir araya geliş ileride güzel meyvelerini de verecek. Toplantıda dünyaya açılmış iş adamlarımızı, oluşturdukları Aktisad birlikteliğini, vizyon ve hedeflerini Başkan Ali Akın’dan öğrenince heyecanlandık. Yerel firmalarımız hakikaten çok güçlüler. Bunu reklamla taçlandırma zamanının geldiğinin de farkındalar. Bir reklamcı olarak heyecanlanmamak mümkün değil. Aktisad’ı izlemenizi tavsiye ederim. Değerli maden gibiler.

Evet, eski reklam verme yöntemleri de eski reklam alma yöntemleri de değişti. Reklamla ilgili eski bildiklerinizi unutup yeni sürümünü yüklemeniz gerekiyor. Bu değişimi nasıl birbirimize virüsleriz bilemiyorum ama firmalarımız reklamın önemini daha çok biliyorlar. Firmalarımız daha güçlüler, ürün sürecini halletmişler. Yani ürünlerini güzelleştirmişler. Zamanın iletişim zamanı olduğunu biliyorlar. Reklamcıları zorlayacaklar. Reklam ajansları zorlanacak, reklam sorumluları zorlanacak.

Ne güzel. Aktisad gibi önemli bir iş adamı birlikteliğinden sonra Konya’mızın Valisi Sayın Aydın Nezih Doğan ile bir araya geldik. Konya’da hem markalaşma hem de reklamcılığın temellerini atmak için yaptığımız görüşme bizleri çok sevindirdi. Konya Reklamcılar Derneği AsBaşkanı Tamer Yiğit’le birlikte yaptığımız ziyarette Valimizin vizyonunu yakından görme fırsatı elde ettik. Heyecanlandık. Konya reklamcılığı Valimizin desteğinde gelişme gösterecek. İnancım daha da arttı.

Reklamcılığın gelişmesi herkesin yaşam kalitesini artıracak. Ama bunu sadece kendi penceresinden gören insanlar göremez. Reklamcılığı geliştirmek istemezler. Gelişme rekabet demektir. Kendine güvenen rekabet eder. Korkan rekabetten kaçar. Reklamcılık dünyada nasıl gelişiyor? Burada niye gelişmesin? Konya Anadolu’nun reklam merkezi olabilecek güce sahip. Bunu yapabilmek için reklamın yeni sürümünü hem kendinize hem kurumunuza hem de şehrinize yüklemeniz gerekiyor. Cesaretle… Korkmadan…

Bu yeni sürümün ilk şartı erişim (reach). Reklam vereceğiniz mecrayı kaç kişiye ulaşıyor diye bakmak demek bir bakıma. Yani koyduğunuz reklam kaç kişinin gözüne, kulağına gidecek? Kaç kişi maruz kalacak. Ne dersiniz? Hiç böyle baktınız mı olaya? Yani sayısal bir veri ile konuştunuz mu?  Kime ne kadar sık mesaj vererek erişebilirsiniz? Bunu reklamın yeni sürümünde kullanmak gerekiyor. Ulusalda bakılıyor ama yerel de! Buradan internet sitesi tıklamasına gelelim. Şu an okuduğunuz Memleket Gazetesinin internet sitesi tıklama oranları çok kişiye erişebildiğini gösteriyor. Bunu biliyor muydunuz? Çoğunuz bilmiyordu! Öyle değil mi? Şimdi Web Bilgi Şirketi
www.alexa.com internet sitesine girin ve memleket.com.tr adresini test edin. Ulusal ya da yerel bildiğiniz tüm siteleri bu adresten test edin. Sitelerin trafik durumunu ve trafik sıralamasını buradan öğrenince memleket.com.tr’nin ne kadar iyi trafik notuna sahip olduğunu göreceksiniz. Yani bu site iyi erişim sağlayan bir mecra! Mecraları buna göre seçmek geri dönüş alma sıklığını artıracaktır. Haydi hep beraber sağlıklı bilgilerle sağlıklı reklamlar yapmaya…

Van kedimiz basketbol oynuyor. Biliyorsunuz Türkiye’de bu sene 28 Ağustos 12 Eylül 2010 tarihlerinde 2010 FIBA Dünya Basketbol Şampiyonası oynanacak. Maçlar İstanbul, Ankara, İzmir ve Kayseri’de oynanacak. Keşke Konya’da olsaydı diye, niye Konya’da oynanmıyor diye iç geçirerek seyredeceğiz. Van kedisi maskotunun spor organizasyonunda ülkeyi pazarlamak adına kullanılmış olması da önemli. Tebrik ediyorum. Ülkenin diğer pek çok değerlerine pazarlama bakışı atmak lazım.

Bugün reklam mecralarında dikkate çarpmaya çalışan Kipa ve Mudo reklamlarını sizlerle paylaşayım. İki reklamda doğrudan mesajı sizlere vermiş. Ne söyleyeceği, nasıl söyleyeceği ve nerede söyleyeceği doğrudan hedefe gidecek şekilde yapılmış. Tebrik ederim. Anlaşılması kolay ve görünürlüğü sağlam reklamlar olarak, bu haftanın başarılı reklamları olarak hafızamıza ulaştılar. Markaları ve reklam ajanslarını kutlamanın dışında başka bir şey söylemeye gerek yok. Mudo’nun reklamda renk kullanımına ayrıca bayıldım. Ürün yelpazesi geniş olan firmaların heyecan verici renkleri kullanması gerektiğine güzel bir örnek vermişler.

Bu hafta farklı bitirelim. Kıssadan hisseyle bitirelim. Hisse alacaklar ne kadar lazımsa alsın. Kuyumcudaki bakkallar…

Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: "Oğlum" der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir. Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve "Şunu kaça alırsınız?" diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir;

sonra: "Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın" der. İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, "Bu der "benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş” dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm."

En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. "Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?" diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. "Buna kaç lira istiyorsun?" Öğrenci sorar: Siz ne veriyorsunuz?" "Ne istiyorsan veririm." Öğrenci, "Hayır veremem" diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: "Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim." Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır. Böylesi karışık düşünceler içinde geriye döner. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler.

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar: "Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?"
Öğrenci: "Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık" diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir: "Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bilen anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir." Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. Mesele kuyumcuyu bulmaktadır...

Hangi işi yapıyorsanız yapın değerden anlamıyorsanız, değer nedir bilmiyorsanız, değer nasıl satılır kavramıyorsanız, bu kıssadan hisse size. Haydi bakalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum