Seyit Küçükbezirci

Seyit Küçükbezirci

Ramazan düşünceleri

Ramazan düşünceleri ve “Kutlu Ahlâk”tan örnekler

                                                                                                             

            “-Hoş geldin yâ şehr-i Ramazan”… Hoş geldin… Ama “maddi ve manevi yükümlülük”lerinle birlikte hoş geldin…

            1960’dan beri, elli üç yıldır “can yoldaşım”, sevgilim Optima ile “eski Ramazanlara” gitme hazırlığındayız… Ben söyleyecem, o yazacak… Gül lokumları, akide şekerleri, el öpmeler, harçlıklar; “diş kiraları…” Gırk gat, gamıştan çekme baklavaların hayali, gıvrım gatmerler, üstü ezme şekerli… Gaymaklı un helvası, gaynar bamya… Sona buz garpuzu, sona aladiriz üzümü… Serâpa güzelliklere, lezzetlere cevelâna tam kanat çırpacakken çıkageldi…

            Bir gazete uzattı; “-Oku şunları” derken susuzluktan dili dolanıyordu…

KİMİ YAĞINDAN YİNMEZ, KİMİ YAVANINDAN/ ŞIRLAN YAĞI ÇOK OLUNCA…

            “-Oku şunları” demişti ya… Birlikte okuyalım…

“-… Restoran’da iftara klasik canlı Türk müziği eşlik ediyor. Saray böreği gibi başlangıçların ardından kuzu incik, organik piliç ve hünkârbeğendi sunuluyor. Burma kadaif, turuç gibi tatlılar da kahveyle servis ediliyor. Kişi başı 185 lira…”

Başka biri:

“…Portakallı baklava ve saray şerbeti en çok tercih edilenler. Mini islim kebabı, yufkalı köfte ve ıspanaklı kol böreği. İftar mönüsünün fiyatı kişi başı 90 lira.

Başka biri:

“Klâsik Türk mutfağı eşliğinde sunulan iftar mönüsü serpme iftariyelikler, başlangıçlar, ana yemekler ve tatlılardan oluşuyor. Kişi başı 135 lira.”

            Uzayıp gidiyor  “Osmanlı Mutfağının Eşsiz Lezzetleri” “muhteşem manzaralı” yerlerde, fasıl müziklerle, “İnce saz”larla… İstanbul’dan, İzmir’den, Adana’dan, Ankara’dan, Konya’dan…

            Okumayı bıraktım, ince bir sızı beynimden kalbime ilerliyor. Hiç yapmazdım; sevgili Optima’yı sağa iteledim, usulca… Gücendiğinden eminim…

 

“KALDIR BUNLARI FÂTIMÂ…”

“-Oku şunları” diyen, dönmüştü camdan yana… Yüzüme bakmıyordu; ama, emindim, gönül gözü ile görüyordu, beni… Bir hoş olduğumu biliyordu; “-Dinle öyleyse…” dedi…

            “-İki Cihan Güneş Sevgili Peygamber, hediye almayı çok sever, hediye vermeyi de çok sever… Eve gelen hediyeler, daha sıcağı soğumadan icap eden evlere hediye gönderilir. Bir gün gelen hediyeler içinde Peygamber’inçok sevdiği, uzun zamanlardan beri de yemediği bir yiyecek gelir… Fâtımâ, “Bunu babam çok sever, çoktan beri de yemedi, bunu hediye olarak göndermeyelim” der. Evdeki kadınlar, Peygamber’in gönderilmezse üzüleceğini, böyle yapmamasını Fâtımâ’ya söylerler… Fâtımâ kabul etmez; o yiyeceği bırakır, diğerlerini gönderir… Babasının kendisini çok sevdiğine, ona hiç kızmadığına güvenir…

            O akşam sofrada her günkü yemeği arpa unundan çorba, bir de hediye gelen, Peygamber’in çok sevdiği, çoktan beri yemediği yiyecek var… Aziz Peygamber sorar: “-Bu nedir Fâtımâ?”

            Üzüldüğü sesinden bellidir… Fâtımâ; “Baba, her zamanki gibi, isteğin üzerine gelen hediyeleri münasip olan ihtiyaçlı insanlara gönderdim. Bu yiyeceği çok sevdiğini bilirim, uzun zamandır da yemedin… Sana ayırmıştım…”

            Rivayet edenler şöyle anlatır: Sevgili Peygamber, kızdığında hiç kötü söz söylemez lâkin “Mübarek yüzü” ateş rengini alır… Fâtımâ’ya döner; “Yaa Fâtımâ, kaldır bunu, soframız Firavun sofrasına dönmüş…”

            Öyle üzülmüş ki, o gün, arpa unundan çorbasını da yemeden kalkmış…

“EL FAKRU FAHRİ, EL FAKRU FAHRİ…”

Hacı Bayram Veli yüzyıllar ötesinden hâlâ seslenir:

Noldu bu gönlüm, noldu bu gönlüm

Derd-ü gamınla doldu bu gönlüm

Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm

Yanmada derman buldu bu gönlüm

 

Gerçi ki yandı, gerçeğe yandı

Rengine aşkın cümle boyandı

Kendi de buldu, kendi de buldu

Matlabını hoş buldu bu gönlüm

 

El fakru fahri, el fakru fahri

Demedi mi ol âlemler fahri

Fahrini fakrin, fahrini fakrin

Mahv-u fenada buldu bu gönlüm.

 

            Bilmemek ayıp değil, bilmeyenler için açıklamalıyız… “İki Cihan Güneşi” Sevgili Peygamber Muhammed Mustafa sık sık “El fakru Fahri” dermiş… Yani “Yokluk övüncümdür” dermiş.

 

HİCABINDAN HALLERİNİ BEYAN ETMEYENLER

            “Selçukluların Payitahtı”; “Mevlâna’nın Şehri”; “Kobi Başkenti” Konya’da öyle yoksullar, öyle “Fakru zaruret” içinde insanlar var ki… Binlerce, binlerce… “Biz göremiyoruz” diyenler çıkabilir hemen… Onlar gözlerini hep yukarıya diktikleri için, hep kendinden daha zenginleri temâşa ettikleri için göremezler… Onlar, tosbağa gibi kabuklarından çıkmışlar, kabuklarını unutmuşlar… Onlar; “Bana rahmet yerden yağar, benim yüzüm yerde gerek” felsefesini bilmezler. Onlar “hicab” duymak ne demek öğrenmemişler… Bu “aziz şehir, bu kutlu şehir” yani Konya’da “dört duvar sırt örtüsüdür” özellikle yoksul “Gara Dakım Kadınlar” binlerce yılda özümsedikleri “hicab”dan dolayı, yokluktan mübarek vücutları kurusa da hallerini beyan etmezler…

            “Dünyaya altı yüz yıl nizâmat verenler”in çoğunun “kökeni” Konya “…Özellikle Balkanlar’dakiler, “Oralar”dan yüz yıl içinde “ata toprakları” olan Konya’ya “göçmen” olarak dönen binlerce “EVLÂD-I FATİHAN” Konya’da yaşar… “Dünyaya nizâmat verdikten sonra, kendi toprağına, dünyanın garip cilvesi sonucu geri dönmek zorunda olan “mülkün sahipleri”ne “göçmen” muamelesi çekmek; nasıl bir vicdana sığıyor ki…

            Bu şehirde “Evlâd-ı Fatihan’dan bir yaşlı kadın yaşar. Bir trafik kazası sonucu annelerini babalarını kaybetmiş altı kız torununu “hayır toplayarak” büyütmeye çalışır… Hep “un” peşindedir; Ona göre “ekmek dinin direğidir. Allah açlıkla terbiye etmesin.”

            Arada bir insanlığına inandığı kişilere uğrar… Yetimlere ekmek yapmak için bir çuval un alınmasını ister.

             Hesap bilirseniz yapın… O yukarıda yazdığımız yerlerden, kişi başı 135 lira olana göre bir un hesabı yapın. Elbette yalnız gitmeyecekler… Beş kişi farz edin, en azından 675 lira eder. Bir çuval un, taşımasıyla 60 lira olsun… Tam on bir çuval un… “Evlâdı Fatihan yetimleri”nin tam on bir aylık rızkı…

 

DOĞRU OTURALIM, DOĞRU KONUŞALIM

Ben uzun uzun “Ramazan”ın “Oruç”un vecibelerini, faziletlerini anlatacak  “selâhiyet”te değilim… Müftüsü, müsevidi aralıksız anlatıyor… Camilerde Hocalar aralıksız “irşat” ediyor, uyarıyor… Benim diyeceğim şudur: Bu şehirde Ramazan’ı bir tatil ayına çeviren binlerce insan var. Onlara göre Ramazan sanki yıllık tatil…

            Gözümüz yok, dört kişinin yediğini ye, çayın başına kurul, sahura kadar otur; erişte pilavını, katmerleri tencereyle/tepsiyle götür… Sahurda yat, ikindin kalk… Villanı göstermek için villa sahiplerini davet et, ilâhi ziyafetleri sun. Ay boyu davetten davete koş… Hurmadan pastırmaya aklına ne gelirse, canın ne çekerse topla; kapına gelene, “Allah rızası” için el açana da hışımla “Allah versin” de…

            Doğru oturalım, doğru konuşalım. Böyle yapılmıyor mu?

Böyle yapanlara Nizami’nin bir şiirinden bir mısra ile seslenelim:

“Dağ gibi de olsan bir saman çöpü etmezsin”…

            Unutmayalım ki “El fakru fahri/Yokluk övüncümdür” diyen bir Peygamber’in ümmetiyiz… Unutmayalım ki, kazanılmış hakları dokunulmaz saymayarak “Kimin malını almışsam, gelsin alsın” diyen bir Peygamber’in ümmetiyiz…

 

 

GELECEK PAZARTESİ: Zaman tüneli’nden, Ramazan’a özgü, çok hoş bir gazete

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.