Pornografi - A. H. Coşkun - T. Fikret

Geçenlerde bir yazımızda (Ulemâ Meclisi-Boykot-Hilâfet) bazı fikirlerden bahsederken, bu fikirlerin ayartıcı cazibesini tanımlamak amacıyla, ‘pornografik’ ifadesini kullanmıştık. Ayartıcı, baştan çıkarıcı... Biz, bu tanımlama ile fikrin ayartıcılığının kuvvetine, aynı zamanda, kabalığına işaret etmek istemiştik. O fikirlerin, bir zamanlar, adeta pornografinin aklı iptal eden hali gibi bir halle sahiplenildiğini ve sürdürüldüğünü anlatmak istemiştik. O fikirler, öyle cazip öyle cazip gelmekteydi ki, kişiler muhakeme yeteneklerini kaybederek habire konuşuyor, tartışıyor, kendilerini paralıyorlardı. Bu fikirler kendi anlamlarını aşan bir etki ile etkiliyorlardı insanları. Belki kimilerini hala aynı biçimde etkiliyorlardır, bilmiyorum… Belki sadece ben rastlamıyorum öylelerine.

İnsanların bazı fikirlere şehevi bir heyecanla kapılıp sürüklenmelerinden dolayı,
‘felsefi metin’ sayılabilecek ciddiyetteki metinlerde bile, kelimenin, ‘şiddetli ayartıcı fikir tutkusu’ anlamında kullanıldığını gördüğümde ben de şaşırmıştım; ama daha sonra, o kuvvetli ayartıcı fikir sarhoşluğunu iyi ifade ettiği kanaatine ulaştığımdan, zaman zaman kullanıyorum.
Aslında, iyi bir okuyucu olduğunu bildiğimiz İmren Pekşirin kardeşimiz de, mutlaka, kelimenin yalın sözlük anlamının dışındaki bu tarz kullanımı ile karşılaşmıştır; ama içinde peygamberden (as) bahsedilen bir metinde kullanılmasını hoş görmemiş olsa gerek ki, bizim bu kelimeyi bu tarzda kullanmamızı yadırgamışlar.

Bekledik, kelimenin bu anlamda kullanıldığı bir metin mutlaka çıkar diye. Nihayet,
Ahmed Kekeç 4 Ağustos 2005 Perşembe günkü Yeni Şafak’taki “Bu tartışma baydı artık…” başlıklı yazısında, ‘Vahdettin tartışmaları’ndan bahisle, “Biliyorum, zaman zaman pornografinin de ötesine geçen bu düşünceleri buraya taşımamam… gerekirdi…” biçiminde bir cümle kullanmış ve bu cümlede ilgili kelimeyi bizim kullandığımız anlamda kullanmış.
Arzedeyim istedim…

Yazarı ve masasını ayaklarından kök salmış olarak gösteren köşe resminin (ve tabi değinilerinin de) ben dâhil birçok kişi tarafından çok beğenildiğini özellikle belirtirken, İmren Pekşirin kardeşimize başarılar dilerim.

* * *

Son günlerde bir Ahmet Hakan Coşkun hadisesi yaşanmaktadır. Evet, hadise… Adam adeta taşları bağlanmış ve değnekleri müsadere edilmiş bir beldede ileri-geri yüksek perdeden sesler çıkarmaktadır. Bir çırpıda, aklının ermeyeceği bütün ekolleri ve meşrepleri karalamakta aklınca işe yaramaz ilan etmektedir. Bu meyanda ne ‘diriliş hareketi’ yaylım ateşten kurtulabilmekte ne ‘tasavvufi eğilimler’ ve ne de diğerleri. Çok da zeki(!)… baksanıza hepsini bir ömrün bir kısmı içinde öğrenivermiş ve aşıvermiş; boş olduklarını görüvermiş(!)
Bu bir vaka, psikiyatrik vaka… Bununla ilgili en güzel yazılardan birini geçenlerde yanılmıyorsam Serdar Arseven yazdı. Özetle ‘tamam kardeşim neysen ne, de, ne diye giydiğin ayakkabıyı/elbiseyi, gittiğin restoranı, içtiğin bilmem neyi bahsedip duruyorsun? Hangi duygunun üstesinden gelmeye çalışıyorsun? Kendine yazık ediyorsun’ demeye gelecek şeyler söyledi yazısında.

Bu psikoloji zencilerin beyazlara özenmesi, kendi kavmini küçük görmesi, hor görmesi psikolojisi… Kendi içinden çıktığı topluluk nedeniyle aşağılık duygusuna kapılma ve galiplerin safına geçme; sorumluluk taşıyıp yük altına girmektense kendisini emniyete atma duygusu… Mağlup olmuş medeniyet havzalarında -Mağlup olduk ama yok olmadık! Ayağa kalkacağız İnşallah!-, bu tür karşı safta kendisine yer edinme gayretlileri çok olur; ama bunun şeref neresinde? Bu kabil adamlardan asla bir Gandi çıkmaz, bu adamlar olsa olsa imkân tüketirler, servet tüketirler, imaj tüketirler… Bu adamlar, üretmezler, üretemezler. Bu kabil kişiler, her çağda zayıf karakterli, hain tipler olarak kabul edilirler. Bunlar Salman Rüşti’leşip haddi aştıkları ve hakaretlerini artırdıklarında kimi hassas merkezlerce haklarında infaz emirleri verilir. O zaman da kaçacak delik ararlar. O vakit, özrün, el etek öpmenin, yalakalık yapmanın yağcılık yapmanın bini bir para... Ve yine bu kişiler, biraz ileri gidip düşmanla işbirliği yaptıklarında, Filistin gibi Çeçenya gibi coğrafyalarda infaz edilirler.

Dostlarımızdan ricamız: yeni bir Salman Rüşti’nin, Allah korusun, adım adım gelişmesine ışıldak (projektör) tutmamalarıdır. Onun üzerine ışıldaklarımızı yöneltmezsek, belki onu, sahne sarhoşluğundan kurtarabiliriz ve böylece, dolaylı olarak, girdiği bu tehlikeli yolculukta daha ileri gitmekten alıkoyabiliriz. Öyle ya, Belam İbn-i Baura kavminin ‘Sen şöylesin! Sen böylesin!’ itelemeleri ile Musa’ya (as) karşı durmaya kalkmadı mı? Ona ışıldaklarımızı yöneltmememiz, bizim aynı zamanda sadist olmadığımızı da gösterecektir. Çünkü bir insanın bu denli ağır aşağılık kompleksi ile savrulmasını gün gün, kara kare seyretmek ve sergilemek galiba, biraz sadistlik olsa gerek.

Dostlara çağrı sadedinde gerçekleşen bu değini bu kişiyle ilgili son değinimiz olacak inşallah. İnşallah, ışıldaklarımızı yöneltecek daha ümid verici kişiler ve konular olacak.
Selam ve muhabbetle efendim.

* * *

Cumhurbaşkanı bize Tevfik Fikret’in fikirlerine uyma çağrısı yapmış ve Fikret’in Mustafa Kemal’e de fikrî önderlik yaptığını söylemiş. Dikkat edin, Fikret’in edebi yönünden yararlanmamızı tavsiye etmiyor; illa fikirlerini rehber edinecekmişiz.
Bu Fikret değil miydi, Kitab-ı Kerîm’e “Köhne Kitap” diyen? Bu Fikret değil miydi, oğlunu bile-isteye papaz olarak yetiştiren? Bu Fikret değil miydi, Ermeni komitacıları/teröristleri öven? Öyleyse, Cumhurbaşkanı bize ne tavsiye ediyor? Ne hakla ve ne hadle bunu yapıyor? Cumhurbaşkanını, cumhura, cumhurun dinine -inanmaya değil- saygılı olmaya davet ediyorum. Davet, hakkımızdır sanırım, öyle değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.