Pervari Doğanköy-Kardeşliğe Dinamit

Siirt, Pervari, Doğanköy. Yüksek sıra dağlar arasındaki nispeten geniş vadiye yerleşmiş bir köy. Ayrılıkçı harekete katılmamak için muhtelif yerleşim yerlerinden kalkıp orada bir araya gelmiş insanlarla, aşiretlerle nüfusu eskisine göre hayli artmış ve bir nevi merkez köy olmuş bir yerleşim yeri. Erkek nüfusunun çoğu, korucu. Başlıca aşiretler: Karalar, Benekler; Bilenler. Beneklerin reisi ve Korucubaşı Sadık Benek (yaşıyorsa Allah (cc) selâmet versin, öldüyse rahmet etsin), ilmî-fikrî olarak ne donanımlı insandı öyle! Maşallah, tebarekâllah.

Dağ başında Mevdudi’den, Seyyid Kutup’dan, Abd-ül Kadir Udeh’den ve daha bir çok İslâm aliminden-mücadele adamından haberdar ve onlara iyi derecede vakıf, genç bir yiğit. Dağda arayıp da bulunamayacak bir sohbet arkadaşı… Seni anlayacağını/anladığını bildiğin; duygulanışlarınızın ortaklığını fark ettiğin biri gibi nimet olur mu o mekânda! İlk günlerdeki karşılıklı tartma hareketlerinden sonra biribirimizi keşfettik; karşılıklı güven oluşunca, operasyonlardan fırsat oldukça, görüşüp güzel sohbetler ediyoruz… İşte böyle bir yer…

1991 yılının eylül ayı… Sıcak bir günün sonunda hoş bir gece serinliği… Yatsı ezanından biraz sonra… Zayıf bir ışık altında revirde bir şeyler okuyorum. Revir dedikse, öylesine… Ayrılıkçı hareket ortada yokken, o günün ihtiyaçlarına göre on beş-yirmi, bilemedin otuz, kişi kalacak biçimde yapılmış jandarma karakoluna, koca bir tabur tertip edilmiş.. birlikler arazide, dağda, çadırlarda.. destek bölüğü ve karargâh karakolda. Onun, duvarları çatlak, üstünde ahşap tavan üzerine lâlettayin bir çatı oturtulmuş , tavan ahşabının arasına yuva yapmış bir cırcır böceğinin -veya başka ötücü bir böceğin- (Cırcır böceği tavan tahtaları civarına yuva yapar mı, onu da bilmiyorum) mütemadiyen cırıltılarını boca ettiği küçük, küçücük, bir odacığı… Bir sedye bir küçük masa ve bir küçük ilaç dolabı yerleştirince, eşyalar arasında yan yan ancak geçilebilecek bir boşluk kalan, bir kibrit kutusu. Kapıdan girince en yakın oda benim bu revir.

Bina, köyün ortasındaki küçücük bir tepeciğin yamacına, sanırım, rüzgara karşı biraz muhafazalı olsun diye, yamaç, biraz dikine oyularak yerleştirilmiş. Böylece, çatı yüksekliği tepenin üst noktası ile müsavi olmuş. Rütbeliler bu tepeciğin üzerindeki üzeri sazlarla örtülü kameriyede (yanlış olarak ‘kamelya’ diyorlar) çay içip uydu anteni ile televizyon seyrediyorlar.
Evet, revirde bir şeyler okuyorum, demiştim. Bir asker koşarak geldi ve telaşla: “Komutanım! Dışarı hemen gelebilir misiniz?” dedi. Dışarı fırladım. Bana gösterdiği yöne baktığımda gördüm ki, aşağı yukarı Hamamderesi denilen mevkiin üzerine denk düşen bölgede, bir uçak, sürekli olarak geniş bir dairesel yörünge üzerinde dönüyor ve aralıklarla aşağı doğru yavaş yavaş ışıklar bırakıyordu. Akıl, bunun bir havadan ikmal olduğunu söylüyordu hemen. Bu bir havadan ikmaldi ve düşen ışıklar, gece karanlığında, sarp bölgede, paraşüte bağlı büyük paketlerin/sandıkların vs kaybolmadan muhataplarının eline ulaşmasını temin için paketlere tespit edilmiş olmalıydı. Hemen askeri, tabur komutanını haberdar etmek üzere gönderdim.

Komutan gelip duruma şahit olunca, muhabere subayıyla birlikte telsizin başına geçip, şifreli mesajla, durumu üstlere rapor ettiler. Onlar telsiz başında iken biz gözleme devam ettik. Mübalâğasız on beş-yirmi dakika ikmal sürdü ve sayamadığımız kadar çok ışık yavaş yavaş, alçala alçala görüş alanımızdan çıkıp yere indi.

O anda, orada birliklerimizin olmadığını biliyorduk; ama, bu bilgi ve uçağın bize ait olmadığı, bu arada karşılıklı görüşmelerle teyid edildi. Artık kesindi: yabancı bir uçak bizim ülkemizde pervasızca, hem de yirmi dakika gibi uzunca bir süre, bir bölge üzerinde dolaşabiliyor, ikmal yapabiliyordu.

Bizim, gecenin o vaktinde oraya gitmemizin, bu tecavüze müdahale etmemizin imkanı yoktu; çünkü, bu kabil durumlarda ilgili bölgeye giden yollar üzerine mutlaka pusu kurulmuş olurdu ve giden kesin pusuya düşerdi.

Peki, gece harekâta müsait uçağımız da mı yoktu? Biz haber verdikten sonra o gelemez miydi? Gelip bu düşmanlığa müdahale edemez miydi? Geldi ve o yabancı uçağın dönüş yolunda önünü kesti de, hadise bizden uzaklaştığı için, biz mi fark edemedik? Bunlar ucu açık sorular olarak kaldı.

On beş – yirmi gün sonra merkezden şifreli bir telsiz mesajı geldi: “Bölgeden kimliği belirsiz uçakların bölgede dolaştıklarına dair haberler gelmektedir. Araştırılarak elde edilen bilgilerin ivedilikle bildirilmesi…”

Hiç, ama hiç, bir şey anlamadım ben bu işten. Aklımdan geçenlerin bir kısmını bile söylemem ‘yalnızca kendilerinin vatansever olduklarını vehmedenler’in gazabını celp edebileceğinden ve maalesef bu ülkede onlar, halen kelek kesen konumunda olduklarından söyleyemeyeceğim. Geçelim…

Peki kimliği ne olabilirdi o ve benzeri uçakların. Benim ve hemen herkesin bu konudaki kanaati şuydu (ve halen benim kanaatim budur): Bu uçaklar ABD uçaklarıydı. Başka ihtimal yoktu: Şayet ABD uçakları değil idiyse, İsrail uçaklarıydı.

Yıllar geçti ve özellikle son ırak işgalinden sonra, iyice bir eğitilmiş eleman işi olduğu anlaşılan son ayrılıkçı eylemler de ortaya çıkınca ve her gün üç beş askerin kaybına ilişkin şu, son haberler gelmeye başlayınca, bir kez daha kanaatim pekişti.

Kavim birliğimiz olmadığından, o noktadan bir ortak payda oluşturamayacağımız; ancak, din birliği münasebetiyle bir arada kalabileceğimiz o insanları, o kardeşlerimizi, resmi ideolojinin çirkin dayatmasıyla, kalben ve cismen bizden uzaklaştıran sürece gün gün şahit olmak, çok acı verici bir şey. Biz içerden bu sürece devam edersek, din düşmanlığına devam edersek, eldeki tek mükemmel tutkalı böylece harcarsak, tabii ki, ABD de İsrail de ayrılığı hızlandıran eylemlerini daha sofistike daha rafine biçimlerde ve artırarak yapacaklar ve süreç Allah (cc) korusun istemediğimiz noktaya doğru gidecek demektir.

En büyük ‘toplama Kürt köyü’nün ortasındaki, köydeki taştan yapılmış tek ve en düzgün bina özelliğine sahip olan, okul binasının duvarına iki metre boyunda harflerle “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazmak ‘birlik’e mi hizmet eder, ‘ayrılık’a mı? Akledenler buna bir çözüm bulmalı değiller mi? Dindarları vatan haini ilan edenler bu yaptıkları ile vatana ihanet ettiklerinin farkında değiller mi?

Ben Sadık Benek’lerle her zaman anlaşırım. Siz hangi birleştirici düşünce ve duygu etrafında bölge insanı ile anlaşabilirsiniz? Bir düşünün bakalım…

El Hamdü Lillâh Müslüman’ım diyenler! Medet! Ülke elden gidiyor! Birlik elden gidiyor! Kardeşlik elden gidiyor! Selin önünde çer-çöp oluyoruz! Düşman, ABD-İsrail kına yakıyor! Bu günümüz ipotek altında zaten de, yarınımıza da ipotek koyuyorlar. Resmi ideoloji kendisiyle birlikte ülkemizi ve ümidlerimizi de berhava ediyor; fakat, Allah (cc) var ve vaziyet ediyor. Öyleyse, ye’se gerek yok.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
13 Yorum