Pendikli Boşnak Ferhat ve gericiler

Ferhat mıydı, neydi, arkadaşım İbrahim Serter’in yeğeninin adı, unuttum; ama onunla ilgili sahneler yıllar geçtiği halde hafızamda hep canlı kaldı. Çünkü çocuk, heder edilen İslam gençliğinin baş örneği (prototip) bir ailenin örnek bir ferdi idi. Altı-yedi yaşlarında, cin gibi bir yumurcak. İslam edep ve terbiyesiyle/bilgisiyle yetiştirilebilseydi ne güzel olurdu. (Kim bilir, az ihtimal olmakla birlikte, belki öyle de olmuştur…)İbrahim Serter, Boşnak yiğidi. Belki şimdi hayatta değil. Kesin olmamakla beraber öyle bir şeyler duymuştum. Hayatta değilse şehit olmuştur mutlaka. Çünkü ta Tito zamanında yurduyla, yurdundaki direnişle ilgiliydi. Bosna Hersek’te İslam yok olmasın; Boşnaklar, eriyip gitmesin diye gidip-geldikçe gücü kadar gayret gösterirdi. Tito zulmünden korunabilmek için, becerebildiği kadar gizliliğe dikkat ederek, sessiz sedasız yapardı bunu.1978–79 yıllarıydı, ihtilalden önce. Ankara’da okuyoruz. O ilahiyatta ben ODTܒde. Bir vesileyle tanıştık, İslâmî muhabbet ortamlarından birinde. Ve çok sevdik kendisini. Gözlerinin içi gülen, her haliyle kardeşlik numunesi biri, nasıl sevilmez! Hemen kaynaştık ve sık sık görüşür olduk. İbrahim, Pendik’te oturuyordu. Ailesi çok zaman önce Yugoslavya’dan göçmüş. Babasından annesinden bahsederdi sitayişle, hayır düa ile. Ve onların ne kadar “Osmanlı hanımefendisi/beyefendisi” olduklarını söylerdi. Merak ederdim. Defalarca evine davet etti, “Okulların tatil olduğu zamanlarda bir gidelim, babamla annemle seni tanıştırayım” dedi. O yaz önü de “Sana kendi yetiştirdiğimiz salatalıktan ikram edeceğim, artık bu defa gideceğiz.” diyerek davetini tekrarladı. Bir gün kısmet oldu, bindik bir şehirlerarası otobüse ve vardık Pendik’e. Küçük, derme çatma bir gecekonduda oturuyordu benim sevgili kardeşim. Kendi yetiştirdikleri salatalık da, evin önündeki bir buçuk-iki metrelik bir boşlukta yetişiyordu. Bu sahneyi görünce “Meğer bizim İbrahim ne kadar zengin gönüllü bir civanmış” dedim içimden, “Zengin gönüllü ve komplekssiz”. Ne fakirlik utanılacak bir haldi İbrahim için ne de başkasının ne söyleyeceği. Kim bilir belki o da (belki değil, mutlaka) benim bunlara takılıp kalmayacağımı düşünmekteydi. Ve hamdolsun ki öyleydi.Babası, kılık kıyafeti ile rejimin yaşlılara gösterdiği hince hoşgörüden istifade ediyor görünüyordu; çünkü kıyafeti yasaklıydı aslında. İrfanı geniş, kâmil, beraber olmakdan hiç sıkılınmayacak, adeta meramınızı gözlerinizden anlayacak ferasette hoş bir insandı. Annesi, evet annesi, ne hanımefendi insandı öyle… Dışarıda oğlundan, arkadaşım İbrahim’den, “Oğlum, arkadaşına hoş geldiniz demek için girebilir miyim?” diye izin istemesini duymamla gönlüme öyle bir gönenme hali doldu ki, anlatılmaz. Bu ne büyük edep ve bu ne büyük medeniyet idi, ya rabbi! Düşünebiliyor musunuz, çok kısık sesle konuşulduğu halde sesi iletecek kadar derme çatma duvarları olan bir evde oturacak kadar fakir olacaksınız, fakat saray edebine sahip olacaksınız. Bu, ne müthiş bir şey! Bu, tam manasıyla ‘İslâm’ı karakter edinmek, huy edinmek, benliğinden ayrılamaz bir bileşen olarak onunla bütünleşmek’ değil de nedir!El hak, İbrahim doğru söylüyormuş; Annesi de babası da bu çağda yürüyen İslâm idiler sanki!Peki, Ferhat? Ferhat, İbrahim’in ablasının çocuğu… Eniştesi Türk. İşte, hikâyenin ağlamaklı tarafı burası: Abla ve enişte her ikisi de Marksist ve her ikisi de neredeyse her akşam evlerinde sofrada karşılıklı oturup içiyorlar. Ve maalesef, Ferhat, bu ortamda yetişiyor. Gündüz, çoğu zaman dede ve nenesiyle, akşam, kendi evlerinde…Çocuk bizim yanımıza gelmiyor, kaçıyor. Israrla uzak duruyor. Niçin böyle yapıyor anlayamıyoruz. Nihayet kapı köşesinden: “gericiler” diye bağırınca mesele çözüldü. Anlaşılan evlerinde bizimle ilgili böyle konuşuluyordu. Anne babası tıpkı rejimin bazı müsait kişileri irtica öcüsüyle korkuttuğu gibi bize karşı çocuğu doldurmuşlardı. Ve çocuk kim bilir nasıl korkunç bir şekilde tahayyül ediyordu bizi. Kendimize baktık, neyimiz var diye. Sakallarımız vardı, gür sakallarımız, dayısının ve benim… Bir fırsatını bulup yakalayıp kucakladık ve ‘biraz bizi dinlemesi gerektiğini, her şeyin kendisinin sandığı gibi olmayabileceğini’ güç de olsa, anlatmayı başardık. Bu kez de çocuk bizi bırakmaz oldu. Şerefli bir mazinin kahramanlık hikâyelerinden bahsetmiştik ona… Ve o zamanlar bu kılık-kıyafetin kahramanların kılık-kıyafeti olduğundan. O vakitler Pendik’teki Boşnak gençlerin yüzde doksanı maalesef böyle idi, şimdi nasıl bilemiyorumNe kadar acı bir şey: Kalkıp Balkanlara gidecek Boşnakları İslâm’la tanıştıracak, sonra kendiniz İslâm’ı terk edip onları da kendinize benzeteceksiniz. Hidayetlerine vesile olduğunuz bir kavmin dalâletine de önayak olacaksınız; En azından Anadolu’ya sığınmış olanlarının…Şimdi de kesintisiz sekiz yılla, kuran kursu yasağıyla, imam hatipleri budamakla vs aynı şer çizgiyi tahkim etmeye milleti bütün unsurları ile İslamsızlaştırmaya çalışmaktadırlar. Peygamber rahmet peygamberi ve İslam selâm dinidir, evet, lâkin Ebu Leheb’lere Tebbet okumak da bu dindendir ve ibadettir.Ebu Leheb’lere Tebbet okurken gizli ve aşikar her yolla Kuran’a-İslâm’a çağırmanın çarelerini bulmalıyız. Çünkü yalnızca “L┠ibadet değildir, iman değildir. İman, “L⅔ ile başlar, ancak peşine inşa cümlesi gelir: “İllâllah!”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.