Özlemek mi özletmek mi?

            Özlem, hasret, gurbet, hepsi de ayrılığın hissiyatta ortaya çıkardığı nağmenin sese ve harf guruplarına dökülmüş halidir. Özlenen ise her ne kadar hissiyatın etkisine maruz kalan bir nesne vaziyetinde olsa da öznenin ta kendisidir. Zira özlenenden bağımsız bir özlem düşünülemez. Karşınızdakine “Seni özledim” dersiniz. Oysa özleme hissi özlenenin sizde bıraktığı etki sonuca sizde vücuda gelen bir tepkidir. O yüzden bizim dilimizde  “seni özledim” e alternatif olarak “Kendini özlettin.” ifadesi yaygın olarak kullanılmaktadır. Bence bu ikinci ifade “Seni özledim”den daha güzel anlatır özlenenin özlemine maruz kalmayı. Zira özlenen olmadan özlemek olmaz ki. Aynı durum sevgi ifadesi için de geçerlidir. Siz şayet birini karşınızdakinin size kendini sevdiren hali olmazsa sevemezsiniz ki. Onda olan bir şey vardır ki –bu illa ki somut bir şey olmaması lazım gelir- o şey size kendini sevdirir. Karşınızdaki size “benim ne rolüm var” dese de mesele onun rolü değil onda olanın rolüdür. Özlem de böyle bir şeydir. Fiili anlamda özlenin  rolü olmasa da özlemin nedeni özlenendir. Tıpkı sevginin nedeni sevilen olduğu gibi…

                                               

                                          VE BU ŞEHİR

            

        Bir filmde geçer bu ifade : “Afyon, ümitsizliğin başkenti” diye. Oysa benim için aynı şehir, kendine gelmenin, yeniden silkinmenin nerede durduğunu bilmenin, aradığını bulmanın diğer adı idi. Umudun diğer adı, temizlenmenin diğer adı, bir arada iken aynı mekanda iken dahi özlemenin verdiği ıstıraba baş kaldırışın, kafa tutuşun diğer adı… Hiç gelmeyecek olanı beklemenin, gidilmeyecek olana gitmenin diğer adı… Fedakarlığın sevmenin sevilmenin, her şeye rağmenin, affetmenin affedilmenin diğer adı… Yemin edip bozmanın geri dönmenin en son da unutmak değil ama alışmanın diğer adı… Afyon buydu benim için. Zira tarihinden gelen bir gen uyuşması vardı bu şehirle aramda… Gelirken birbirini tanıyan ve yıllardır görüşmeyen iki dost gibi bakardık birbirimize…

            Giderken tekrar buluşmak ümidi vardı yürekte… Tekrar buluşmak Afyon’la ve içindekilerle…İçimizdekilerle… Ortak noktamız da bu değil miydi? İkimizi de içimizdekilerdi birbirimize bağlayan… Öyle ya dostluk dıştan bir el sıkışla başlar ve içteki ortak şeylerle perçinlenirdi. Ama şimdi…

          Şimdi şehir kırkındı bana “böyle olmamalıydı…” diyordu… “Edilmiş yeminler verilmiş sözler vardı… Geriye dönmeler yakışmazdı kaçmalar aklımıza gelmezdi…” diyor ve ekliyordu: “Gerçi kaderim budur benim, önce mağrur başlar tarafından horlanırım, ne burunlar kıvrılır yüzüme karşı; toprağımda büyüyenler bile çok kere inkar eder benli olduğunu bir yerlere farklı görünüp ispatlamak için kendini…” “Oysa senin dostluğun da yalan çıktı. Zaten hiç yoktu ki, sen beni senin içinde sakladığın, benim içimde saklanandan ötürü sevmemiş miydin?...” 

            Doğru söze ne hacetin sükuti terennümünü ifade sadedinde susmakla veriyordum cevabını sorunun.

            

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum