Şakir Tuncay Uyaroğlu

Şakir Tuncay Uyaroğlu

NEÜ, AHMET KELEŞOĞLU EĞİTİM FAKÜLTESİNDEN EDEBÎ ESİNTİLER…

Saygı değer okuyucularım, bugün köşemde bir zamanlar Üniversitemiz bünyesinde bulunan, altı yıldır da Necmettin Erbakan Üniversitesi çatısı altında faaliyetlerini sürdüren Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesinden kalemi güçlü üç öğrencimi misafir ediyorum. Yazılarına yer verdiğim öğrencilerim, çoktan mezun oldular ve öğretmenlik vazifelerine başladılar bile.

Benim için her biri bir pırlanta kıymetinde olan değerli arkadaşlarım, sizlerle gurur duyuyorum. “Boynuz kulağı geçer.” sözünü bir kez daha teyit ettiniz. Yüreğinize sağlık… Ne mutlu bana ki, sizlerin hocası olma bahtiyarlığına eriştim.

Mustafa Konaç / Coğrafya Öğretmenliği

Bir Şeker Masalı

Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde Selçuk Üniversitesinde bir hoca varmış. Adı Şakir imiş. Ama öğrencileri ona Şeker Şakir derlermiş. Şeker Şakir, üniversitede Türk dili dersine girermiş. Her sene değişirmiş dersine girdiği sınıflar.

Yeni eğitim öğretim yılında Coğrafya Öğretmenliği bölümünde de derse girecekmiş. Yine diğer bölümlerde olduğu gibi, burada da amacı aynıymış: Türkçeyi düzgün ve güzel bir şekilde kullanmayı öğretmek.

Şeker Şakir, ilk dersten itibaren öğrencilere kendisini sevdirmeyi başarmış. Artık, öğrenciler onun dersini iple çeker olmuşlar. Hem diğer derslerdeki streslerini atmak için, hem de onun sakin ve leziz konuşmasını dinlemek ve Türkçe hakkında güzel şeyler öğrenip, dillerini gereği gibi kullanmak için.

Bunun için öğrenciler Şeker Şakir’in dersini pür dikkat dinlerlermiş. Şeker Şakir sayesinde, öğrenciler artık dillerinin kıymetini daha iyi bilir olmuşlar. Dillerini her yönden korumaya başlamışlar.

Meselâ, aldıkları bir kıyafetin üzerinde yabancı sözler yazıyorsa almaktan vazgeçmişler, acıktıkları zaman ismi yabancı olan bir mekâna değil de, ismi Türkçe olan bir mekâna gitmişler. Şeker Şakir’in öğrenciler üzerinde etkisi gitgide artmış. Öğrenciler, artık önceden pek dikkat etmedikleri şeylere daha fazla önem verir olmuşlar.

Gel zaman git zaman derken, günler su gibi akmış gitmiş. Öğrenciler, çok üzülmüşler hocalarının daha sonra derslerine giremeyeceğini öğrendiklerinde. Ama ayrılırken şu sözü vermişler hocalarına: ”Türk diline ve kültürüne sahip çıkacağız ve onu lâyık olduğu yerlere taşımak için elimizden geleni yapacağız.”

 

Fatih Kaya / Sosyal Bilgiler Öğretmenliği

Türkçe mi?

Türkçe; bir dünya, bir hayat…

Türkçe; bir nefes, bir umut…

Türkçe; dünya üzerinde yaşayan ve bu dili konuşan milyonlarca insanın dilinden kelâmlar, cümleler, destanlar, hikâyeler, efsaneler, türküler olarak fışkıran sonsuz bir nur pınarı…

Türkçe; benim, senin, onun, atalarımızın bize bıraktığı en temiz, en masum miras.

O bir namus, o bir savaş, o bir hayat, o beni benden alan ve uğruna leke sürülmemiş bir güzellik, Kerem’in Aslı’ya söylediği en içten söz…

Mehmet Âkif Ersoy’un kaleminden düşen bir hayata katılan “Kan Damlası”, Necip Fazıl’da “Kaldırım”, Orhan Veli Kanık’ta “İstanbul’u dinlemek gözleri kapalı.” hiçbir şey görmeden ve bilmeden Türkçe ile, hayat ile, bir derin nefes ile, can parçası Türkçe ile.

Türkçe denilince; lise yıllarımda sadece isim, sıfat, zarf vb. öğeler aklıma gelirdi. Oysaki Türkçe, bir hayat alanı demekmiş, bunu bugün daha iyi anlıyorum. Bu satırları yazarken dahi yapılan; saçma sapan ucubelikler, sahtekârlıklar, Türkçeye her gün atılan derin yaralar geliyor gözümün önüne…

Ne mi bunlar: My Balıkçım, Delirdix, Terlix ve diğerleri… Bu isimleri tercih ederek, kendisini diğer kurum ve kişilerden üstün gören, yaptıkları ile övünen birçok âciz insan…

Belki çok genciz, deli doluyuz, özentiye ve farklılığa açığız. Ben, bu dönemde sadece şiir ezberlemedim, sadece roman okumadım, burada Türkçe öğrendim; inkâr etmiyorum ve kabul ediyorum ki, ben Türkçe bilmiyormuşum, ben Türkçe öğrendim de diyemiyorum, ama eski hâlimden daha özenli Türkçe konuşuyor, Türkçe yazıyorum ve bunu burada öğrendim, yarın öğretmen olduğum zaman da bunu uygulayacağım.

Bir yıl boyunca dersleriniz çok zevkli geçti. Hem güncel konuların işlenmiş olması, hem de dersin adının Türk Dili olması, dilime daha fazla özen göstermeye, daha çok bağlanmaya itti beni.

Keşke elimizde olsa da Türkçe dersini bütün dönemlerde alsak ve özenti gençliğe para için güzel görünmek için dilini namusunu satanlara inat; daha çok Türkçe, daha güzel Türkçe eğitimi alsak ve öyle yaşasak…

Sezai Karakoç’ta “Mona Roza’ya uzatılmış siyah güller, ak güller”, Abdurrahim Karakoç’ta “Mihriban’ın sarı saçlarının okşanması”, Âşık Veysel’de “İki kapılı bir handa geçmek.”, Peyami Safa’da “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndan” sağ salim çıkmak…

Türkçe bu; bazen ağıtlarla ağlamak, türkülerle gülmek… Türkçe bu; şu an bile nefes almak, nefes vermek. Türkçe bu; hayata anne sözü ile başlayıp, hayatı elveda ile bitirmek.

Bir de veda etmeyeceğimiz noktamızı Türkçemizi kötü kullananlara koyalım veya üç nokta koyalım ya da bir virgül, ömür boyu devam etsin bu sevda diye…

 

Reyhan Özgen / Biyoloji Öğretmenliği

Sen Yoksan, Biz de Yokuz Türkçem!

Türkçe… Bizi bir araya getiren dilimiz… Atalarımızın mirası… Toprağımızı vatan yapan kudret… Dilimiz dünyanın en zengin dillerinden bir tanesi. En köklü dillerden olan Türkçemiz…

Şimdi soruyorum size; Türkçemizi nasıl kaybettik? Dilimiz nasıl bu hâle geldi?

“Türklüğün vicdanı bir, / Dini bir vatanı bir, / Fakat ayrılır hepsi, / Olmazsa lisanı bir.” diyen Ziya Gökalp’i unuttuk mu?  Ağaç beşiklerimizin başındaki analarımızın söyledikleri ninniler “Türkçe” değil miydi?

“Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” derken samimi değil miydik? Türkçemizi sevip korumadan, vatanımızın bütünlüğünü muhafaza edemeyeceğimizi göremedik mi? Dilimize, Türkçemize düşman mı olduk?

EVET! Dilimizi kaybettik, acımadan canına kıydık, içini boşalttık. Bilerek ya da bilmeyerek ona düşman olduk. Oysa Türkçemiz; bizi bir “millet” yapan, millî birlik ve beraberliğimizi güçlendiren, üzerinde yaşadığımız toprakları “vatan” yapan ortak paydamızdı.

Eğer siz de bana hak veriyorsanız; vatanınızı milletinizi seviyorsanız; “Günaydın.” yerine ”Good Morning”, “Gına geldi.” yerine “Kal geldi.”, “Seni seviyorum.” yerine “ I love you” demeyin. Facebook’ta, msn’de arkadaş eklemeyin.

“Kızlar Collezione’da indirim var koşun!” diye twit atmayın. Dedelerinizle iletişiminiz, “Naber dede?” diye başlayıp “Bye bye dede.” diye bitmesin. Sınav sonucunuzu görünce “Oha falan” olmayın.

Aynı bayrağın gölgesinde, aynı vatanın topraklarında, aynı dili konuşan bireyler olduğunuzu unutmayın. Vatan sevginiz, “Vatanımı seviyorum.” demekle kalmasın. Vatanınızı seviyorsanız, dilinizi de sevin.

Haydi, hepimiz Türkçe sözcüklerimizi tozlu raflardan kurtaralım. Türkçemizi sırtından vurmayalım. Türkçe okuyup, Türkçe yazalım. Dedeler, neneler, anneler, babalar, çocuklar; el ele verelim ve Türkçemize sahip çıkalım.

Unutma Türkçem… SEN yoksan, BİZ de yokuz!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.