Mehmed Âkif vesilesiyle…

İstiklâl Marşı’nın millî marş olarak kabulünün 85. yıldönümü münasebetiyle Mehmed Âkif’i yeniden hatırlıyoruz. Bu hatırlayış, bize kendimizi de hatırlatıyor. Bu hatırlatış, içimizi yakan, zihnimizi tutuşturan ve bizi hem birey olarak, hem toplum olarak sarsan ve savuran gelişmelerin muhasebesini yapmak ihtiyacını hissettiriyor. Muhasebe ciddî bir iştir, hesaplaşma demektir. Bu hesaplaşmayı, karşılıklı suçlamaları, küfürleşmeleri, ezberlenmiş ve kemikleşmiş sloganları ve tekerlemeleri tekrarlamakla sonuca ulaştıracağımızı sanırsak, böylece kârlı çıkacağımızı umarsak, yanılırız. Görmemiz gereken hesap, görüşmemiz gereken hesaplaşma, hemen hepimizi, her toplum kesimini, her görüş takımını, bütün yaklaşımları ve yöntemleri yeniden gözden geçirmeyi, artıları ve eksileriyle bir kez daha, iki kez daha, üç kez daha değerlendirmeyi gerektiriyor.

Yakın tarihimizde yaşanan arayışları, şu veya bu tarihsel adımı ve atılımı “veri” kabul ederek, belli bir noktayı tartışılmaz hareket noktası sayarak anlamamız mümkün değildir. Olup biten her şeyi, olup bitenlerde rolü olan herkesi, hak ve hakikat terazisinde tartmaya razı olmadan, -razı olmak ne demek? Bu işi görev bellemeden- sağlıklı bir hareket zemini ve istikameti bulmamız mümkün değildir.

Bu imkânsızlığı hissettiren hâdiselerle sık sık karşılaşıyoruz. Geçen gecelerden birinde, memleketimiz matbuatının en eski ve muteber kalemlerinden biri olan Hakkı Devrim’in bir televizyon programında sarf ettiği bir sözü bu duruma örnek diye zikredebilirim. Hakkı Bey’in “siyasetin dilimize müdahalesi”ne verdiği örnek neydi, biliyor musunuz? Bu ülkede çok partili demokrasinin milâdı sayılan 1950 yılında iktidara gelen Demokrat Parti’nin ilk icraatının “ezanın dilini değiştirmesi”! Devrim, “ezanın dili”nin nasıl değiştiğini söylemedi. Karşısında dinleyici olarak bulunan Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, ezanın dilinin 1950’de nasıl değiştirildiğini biliyor muydu?

1932’den 1950’ye dek, 18 yıl boyunca, halkın büyük çoğunluğunun geleneğine, inancına, anlayışına ve rızasına “rağmen” yürütülen bir uygulamayı, Türkçe ezan uygulamasını “siyasî müdahale” saymamak, buna karşılık, yeni iktidarın halkın istekleri doğrultusunda yaptığı değişikliği –ki bu değişiklik, öze dönüşten başka bir şey değildir- “dile yapılan siyasi müdahale” diye damgalamak! İşte, Hakkı Devrim’in mantığı böyle bir mantıktı. Bu mantıktaki sakatlığı fark etmemek, bu sakatlığa isyan etmemek, idrak yollarının tıkanması, akl-ı selim denen hassanın dumura uğraması ile ancak mümkün olabilir. O gece Hakkı Devrim’in bu yorumunun geçerli ve gerçekçi bir yorummuş gibi hiç itiraz ve tartışmaya uğramadan geçilmesi, geçiştirilmesi karşısında tüylerim ürperdi. Yakın tarihimize ilişkin birçok yorumun, birçok yargının böyle tüyler ürpertici bir mantık dışılıkla malûl olduğu kolayca anlaşılabilir. Milletimizi, onun maddî ve manevî gücünü yok sayan veya hor gören bir anlayış, zihnimizi papağanca önyargılarla doldurup dondurmamızı istiyor bizden.

Mehmed Âkif Ersoy’u anarken ve anlamaya çalışırken, belki de en çok zihnimizin buzlarını çözme; gerek birey, gerek toplum olarak taze ve sağlam bir sorumluluk bilinciyle, eleştiri ahlâkıyla donanma ihtiyacını hissediyor olmalıyız. Âkif’in ruhu bizden hamasî sloganları tekrar etmemizi değil, dinamik hayat düsturlarını kuşanarak harekete geçmemizi bekliyor. Bu hareket, tabiatı gereği, düşmanlarının alçaklığına gönül indirmeyen yüce ve yapıcı bir harekettir.    

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.