"Lan" feverana karşılık mı?

Hayat zor, zorluk feveran ettiriyor

Karşılığında “lan” olarak geri dönüyor

 

Sokakta birbirini tanıyan samimi iki arkadaşın “lanlı, lunlu” konuşması avam dili olarak kabul edilebilse de, samimi ortamların dışında günlük konuşma arasında kullanıldığında kaba bir terim, argo bir söz olarak karşımıza çıkıyor.

Yolda giden bir adama “lan” deseniz ne olur?

Adam şöyle döner bir bakar, gözüne kestirirse alnınızın ortasına bir vurur, yok gözüne kestiremezse kahreder, geçer gider.

Bir makam mevki insanı bu argo sözü kullanırsa ne olur? Çok ayıp olur, makamına, mevkisine bu üslup yakıştırılamaz.

Nitekim Sayın Başbakan’ın Mersin temaslarında bir çiftçinin içinde bulunduğu durumu anlatmaya çalışmasına verilen “lanlı” cevap da Sayın Başbakana yakışmamıştır.

Ülkede her ne kadar makro dengeler diye tabir edilen kağıt üzerindeki göstergelere göre ekonomi iyiye gidiyor görünse de bazı gerçekler var ki göz ardı edilemez.

Geçen yıl mutfak tüpünü bu aylarda 24 YTL’ye alan vatandaş bugün 33 YTL’ye alıyor. Artış yüzde kırk dolayında. Enflasyonun düştüğü bir ülkede evlerin temel ihtiyaçlarından sadece biriyle örnekleme yapıyorum. Değişik oranlarda bir yıl içinde ciddi oranlarda zam görmüş temel gereksinimler listelenebilir. Öte yandan kiralarda yaşanan yüzde 200’lere varan astronomik artışlar ise apayrı bir sorun. Şehirde yaşayan ücretli insanımız dertli, ömrü kredi kartlarına bağlı, hayatı borç, ölse borçlu ölecek, yarına dair ne bir umudu var, ne bir heyecanı var.

Asgari ücret 380 YTL. Dört kişilik bir aile için kişi başına günlük  3 lira 16 kuruş düşüyor. Bu tutarın içinde barınmadan, yakacağa, giyimden eğitime, sağlığa, gıdaya her şey var.

Şimdi vatandaş ne yapsın. Sabır, sabır, sabır… İlla ki sabredeceğiz. Bu yaşananlar bir günün derdi değil, üç günün derdi değil.

Öte yandan mazot almış başını gitmiş, gübre almış başını gitmiş, enerji pahalı ama ürün para etmiyor. Çiftçi ne yapsın…

Aynı şey hayvancılıkla uğraşan vatandaşımız için de geçerli.

Peki esnaf, tüccar, sanayici, velhasıl özel sektör pek mi rahat. Hayır onların da sorunları var. Yüksek vergiler, ithal ürünler, yüksek faizler, artan girdiler ve düşen kar oranları, onları da bunalıma getirmiş.

Bu millet yıllardır kemer sıkıyor.

Benim çocukluğumdan beri millet kemer sıkıyor, ülkem rahatlasın, o rahatlarsa ben de rahatlarım diyor.

Ama o diyet öderken her dönemin değişken mutlu azınlıkları haksızlık, yolsuzluk, alavere dalavere malı götürüyor.

Yapanın yaptığı yanına kar kalırken, vatandaş şişiyor bunalıyor bir yerlerde feryat etme boşalma ihtiyacı arıyor.

Yıllardır bu nevi eylemler bu ülkede yaşanıyor. Üç gün sonra unutuluyor gidiyor. Ama “kasa” feryadının unutulmadığı gibi portakalcının bu feryadı da pek unutulacağa benzemiyor.

“Köylü milletin efendisi” denilmiş ve ona yapmış olduğu işten dolayı efendilik nişanı Atatürk tarafından verilmiş. Ve Atatürk yine üretken bir millet olmamız için şu sözü söylemiş: “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybederler.”

Sanayicisine, çiftçisine daha kısacası üreten her kesimden gelen sese duyarlı olmak üreticiye ve vatandaşa layık olduğu yaşam standardını sunmak hükümetlerin ödev ve görevleridir. Bu ödev icra edilirken de devletin “baba” şefkat ve merhametini vatandaşa hissettirmesi lazım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.