M. Faik Özdengül

M. Faik Özdengül

Hayat nedir?

Doğrusu nedir hayat?

Ya şükretmek ya da sabretmektir diye okumuştum önceleri. Oturmuş balkonda akşam vakti şükür ve sabırla ilgili düşünüyordum ki, aşağıda alıntıladığım anekdot geldi aklıma. Bu anekdotu daha önce saklamışım bilgisayarımda kimin gönderdiğini ya da kaynağını hatırlamıyorum şimdi. Sizlerle de paylaşmamda ne sakınca olur ki? Okuduktan sonra üzerinde birlikte düşünür beraber kafa yorarız. Aklı akla katarız. Buyurun okuyalım:

Medine'nin kadınları hem güler yüzlü, hem de güzeldirler.  Ancak Hifa Hatun başka güzeldir ve bambaşka gülümser. Öylesine sıcakkanlı ve  öylesine samimidir ki kadınlar onu canları gibi severler. Oğlu, abisi, erkek  kardeşi olanlar akraba olmaya kalkar, hatta bazıları beylerine ister. Onu ciddi ciddi sıkıştırır, araya hatırlıları koyup, izdivaç teklif  ederler.

 

Hifa Hatun'un methi hızla yayılır ve çoook  uzaklara gider. Bırakın hekimleri, tüccarları, vezirler, sultanlar sıraya girer.  Ancak o Necaşi gibi bir İmparatoru bile reddeder sadece ve sadece Allah'ın  rızasını diler. Ama  taliplerin ardı arkası kesilmez. Yüz kızıl tüylü deveyi getirip kapısına bağlayanları mı  sorarsınız, yoksa saray anahtarlarını önüne atanları mı? . Kimi ayaklarına halılar serer... Kimi eşiğine  cevahirler döker...

 

Hifa  Hatun bütün bunlara dönüp bakmaz bile, Efendimizin huzuruna çıkıp "Ey Allah'ın  Resûlü" der, "bana cennete götürecek bir şeyler öğretsene." Doğrusu o,  Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) 'gündüzleri oruç tut'  ya da 'geceleri namaz kıl' gibi bir tavsiyede bulunacağını sanır ama Server-i  Kâinat "Önce evlenmen lâzım"  buyururlar "zira bununla dininin yarısını  emniyete alırsın!"  Hifa,  büyük bir  teslimiyetle boynunu büker ve "siz kimi münasip görürseniz ben ona razıyım"  der. Mâlum, o sıradan bir hanım değildir ve onu nikahına alacak  erkeğin de"özel" olması gerekir. Lâkin Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)  ne kimseye ümid verir, ne de kimsenin ümidini kırar. Her zamanki gibi basit ve pratik bir çare bulur  "yarın sabah mescide ilk  gelenle evlen"  buyururlar. Bu teklifi herkesin hoşuna  gider, talipler erken kalkmak için tedbirler düşünür, kendilerince hazırlık  yaparlar.

Bu haberi elbette Hazret-i Suheyb de duyar ama dikkate almaz. Zira  o fakir ve kimsesiz biridir. Evi yurdu yoktur ve karnını zor doyurur. Kah ağaç altlarına uzanır, kâh mescid gölgelerine kıvrılır. Uzun boyuna rağmen o kadar  zayıftır ki, rüzgar sert esse ayaklarını yerden kaldırır. Ama  bakın şu işe ki o gece Allahü teâlâ bütün sahabelere derin bir uyku verir, Hifa  Hatun'un talipleri gözlerine çöken ağırlığa yenilirler.

 

Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) her zamanki  gibi imsak sökerken mescide gelir ve büyük bir merakla talihli sahabeyi bekler. Nitekim mescidin eşiğinde bir gölge uzar ve Süheyb içeri  girer. Resulullah Efendimiz namazdan sonra Hifa Hatunu çağırtıp neticeyi  bildirir. Hazret-i Hifa büyük bir teslimiyetle kabul eder Efendimiz güzel bir hutbe okur ve nikah akidlerini yaparlar. Sonra  şanslı sahabeye döner "Ey Süheyb"  buyururlar, "şimdi hanımına bir hediye al ve tut elinden evine götür."Suheyb Radıyallahu anh ellerini  çaresizlikle iki yana açar. "İyi ama" diye mırıldanır, "benim ne bir dirhem  gümüşüm, ne de sığınacak evim var." Hifa Hatun kocasının boynunu  büktürmez, ona içinde on bin dirhem gümüş olan süslü bir heybe gönderir ve  "filanca yerdeki köşkümü sana hediye ettim" der. Alemlerin Efendisi çok hislenir  onlara hayır dualar ederler. Süheyb, o gün Medine sokaklarında dolanır durur, akşama doğru utana  sıkıla konağa sokulur. Kendisi için hazırlanan muhteşem sofradan ya bir, ya iki hurma alır ve "Ya Hifa" der, "biliyorum sen benim için bulunmaz bir nimetsin,  ben ise senin için sadece mihnetim. Ben şükretsem gerek, sen sabretsen gerek.  İster misin şu geceyi taat ve ibadetle geçirelim zira Efendimiz (Sallallahü  aleyhi ve sellem) "Cennette yüksek bir çardak vardır. Orada yalnız şükredenlerle sabredenler otururlar."   Buyurdular. Ve öyle  de yaparlar. Seccadelerini gözyaşları ile ıslatır, kalplerini zikr ile  aydınlatırlar. Cebrail Aleyhisselam olup biteni Resulullah Efendimize anlatır ve  onları Allahü teâlânın cenneti ve cemaliyle müjdeler.

 

Ertesi  sabah, namazdan sonra Efendimiz Suheyb'i yanlarına oturtur "Ey Süheyb" buyururlar "geceki halini sen mi anlatırsın ben mi  anlatayım?" Süheyb gözlerini kucağına  indirir, zor duyulan bir sesle "Allahın Resulü en iyisini bilir" cevabını verir. Efendimiz onlara "ne mutlu size" gibilerinden bakar, "İkiniz de cennetliksiniz" buyururlar, "... ve Allahü teâlâyı  göreceksiniz!" Süheyb derhal secdeye  kapanır ve "Ya Rabbi!" diye yalvarır, "o ki beni mağfiret ettin, günahlara  bulaşmadan canımı al!" Allahü  teâlâ bu yanık duayı kabul eder, Suheyb, secdede kalakalır. Mescidde bulunanlar ağlamaklı olurlar. Resulullah Efendimiz (sallallahu aleyhi  ve sellem) "Size daha şaşılacak bir şey  söyliyeyim mi? Şu anda Hifa Hatun da ruhunu Hakka teslim etti"  buyururlar.

Namazlarını, yüzü suyu hürmetine yaratıldığımız o yüce Server  kıldırır. İkisini yanyana toprağa bırakırlar. Baş uçlarına küçük bir tahta  çakar ve:

Birine "şükredenlerden Suheyb" yazarlar, öbürüne "sabredenlerden  Hifa!"

Nedir ki hayat?

www.pozitifdegisim.com

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
3 Yorum