Doğruyu Söylememek

ABD'nin eski Dışişleri Bakanı Colin Powell, bir konuşma yapmak üzere geldiği New York'taki Buffalo Üniversitesi’nde öğrencilerin yoğun protestosu ile karşılandı. Elinde "Colin Powell hiç utanmıyor musun?" yazan bir pankart taşıyan James Ulrich adlı öğrenci "Powell bir savaş suçlusudur" diye konuştu. Geçtiğimiz ay bir televizyona katılan Powell, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğuyla ilgili BM Güvenlik Kurulu’nda yaptığı konuşmanın, kendisi için bir utanç olarak kalacağını söylemişti. Çünkü Powell yalan söylemişti. Irak’ta kimyasal silah bulunmamasına rağmen savaşı başlatmak ve Ortadoğu’ya yerleşmek için gereken yalanı söylemişti. Her ne kadar Powell’in Irak’a savaşa karşı olan güvercinlerden olduğu bilinmesine rağmen. Daha önceki yıllara gidelim. Bill Clinton ve Monika olayı. Amerika tarihinin en popüler ve desteği yüksek olan Başkanı Clinton skandal karşısında zor durumda kalıyor ve popülaritesini yitiriyor. Olay başkanlık konutunda yaşanan seks skandalı değil. Olay Amerikan halkına yalan söyleyen bir başkan. Halk eğer olayı olduğu gibi anlatsaydı diyor, Başkan’a olan sempatim değişmez. Ama yalan söyledi. Yalan söyledi.... Ülkelerin gelişmesinin sadece teknoloji alanında olmadığının, geniş yolların, enerji üretimini aslında bir gelişmişlik ölçüsü olmadığının, gelişmenin insanın kafa yapısında olduğunun bir göstergesi bu. Yalan söylememek, her şart altında doğruyu söylemek. Sağlam devlet yapıları ve sistemler böyle kuruluyor. Oysa bizim gibi devletten aşirete doğru yol alan ülkelerde durum tam tersi. Toplumlar organizasyonun en üst kademesi olarak kabul edilen devlet kurmaya doğru giderken biz de tam tersi oluyor. Siyasette ne kadar yalan söylerseniz o kadar yukarılara çıkıyorsunuz. Bunu yumuşatmak içinde olsa, doğru söylememek diyelim. Üstelik ne kadar radikal iseniz, söylemleriniz ne kadar sert ve incitici ise o kadar da başarılısınız. Van’da bir takım olaylar oluyor. Gazetelere yansıyan kısmı ile olay karışık ve sonuçta taraflar zarar görecek. Testilerin çarpışmasından kırılanın yanında çatlayan da zarar görüyor. Rektörlerin alkış sesinden ve tempolarından kararlılıkları ortada. Bir tarafta da hükümet. Bu tablo tarihte görülmemiş bir tablo. Devletin iki kurumu birbirine savaş açmış. Bir taraf rektörün tutuklanmasını sermaye olarak kullanırken, öbürü başbakanlık müsteşarının tartışılan unvanı ile tehdit ediyor. Bu tıpkı türban tartışması gibi. Türbanı bir giyim kuşam meselesi olmaktan çıkarıp sistemin ve laikliğin bir dayanak noktası haline getirenler, olayı öyle radikal hale getirdiler ki çözümsüzlük çözüm oldu. Allah’tan BOP projesi var da birkaç sene içinde çözüme kavuşacak. İslamcılar’da yollarda yürümekle türbanı serbest bıraktıklarını söyleyip moral bulacaklar.. Şimdi bakıyorsunuz hükümet kendini bu olayda taraf yapmak ve 3 Ekim sonrası kırılan İslamcı imajını yenilemek istiyor. Bu, içeriden ve dışarıdan desteklenene bir senaryo zaten. Çerçeve anlaşmanın imzalanmasının yıkacağı imajı, Amerikalı bir gazetenin ısmarlama İslami-faşist iktidar sözleri ile düzeltmişlerdi. Bakın Amerika’da bile bize İslamî faşistler diyenler var diyerek. Van Üniversitesi de böyle bir kavgaya kurban ediliyor. Çünkü orada cemaatçi taifesini üniversitede aktif olmaktan çıkaran bir rektör var. İslâmî akımları engelliyor ve hatta geldiğinden beri hiç cemaatçi eleman almamış. Olanları da geri planlara atmış. Gerekçe bu. İşte size 28 Şubat sürecinin devamı. Yeni problemler yaratmak ve sonra da bunları çok ciddi olaylar gibi lanse etmek, anlaşılan bu hükümetin en önemli görevi. Sanki bir şeyler sorulmasın, bir şeyler gözden kaçsında biz bildiğimizi yapalım şeklinde bir organizasyon. Tartışılması gereken 3 Ekim çerçeve belgesi ortada dururken biz neleri tartışıyoruz. Sevgili Oli Rehn, Türkiye sınırları içinde basına göre Başbakan’ı destekleyen demeçlerle gönüllerde taht kuruyor ama Brüksel’e dönünce acı bir mesajı var. Ülkedeki insan hakları ihlalleri görüşmelerin kesilmesi için bir gerekçedir. Anlaşılan görüşmeleri kesmek için de gerekçe hazır. TV haberlerinde topa iyi vurması görüntülerden düşmeyen Oli’nin gerçekten de şut atma konusundaki başarısı, böyle bir örnekle kanıtlanıyor. Van’da iktidarın doğru bir hukuki zemin oluşturamadığı ortada. Eğer bir yoksuzluk var ise öncelikle kendi kurumu içinde olay değerlendirilir. YÖK gerekeni yapmaz ise sen elindeki resmi delillerle ortaya çıkar ve gerekeni yaparsın. Olay ilk aşamada magazin halinde dillenebilir ama, ileri safhalarda belgeler ve deliller konuşacağından kaptanın seyir defteri değişebilir. Çünkü adliyede işler magazin tarzında yürümüyor. Delil şart. Tabii bu arada Milli Eğitim Bakanı’nın açıklaması da garip. Bu olayı kardeşimi ve dolayısı ile beni hedef almaktadır. Ondan sonra da hükümeti hedef alan açıklamalarla yıpratılmaya çalışılacak. İnsan bu sözlerin arkasından, bakanın neler bildiğini söylemesi gerektiğini düşünüyor. Çünkü olayda adı geçen ikinci kişi de bakanın kardeşi Ramazan Çelik. Van’daki olayları dikkatle incelemek gerek. Önce rektörün evinde o yok iken yapılan araştırmada tarihi eser bulundu diye başlayan kavga, eserlerin resmi kayıtlarının olması nedeniyle durulmuş gibi görülürken, şimdi milyonlarca dolarlık yolsuzluk iddiaları. Üstelik 1998 yılını ve şu andaki rektörden önceki dönemi kapsayan yolsuzluklar. Açıldığı söylenen bir soruşturmanın sonucunu beklemeden koparılan fırtına Van Üniversitesi tarafından yapılan soruşturmada kimler zan altında kalacaktı da korunmaya çalışılıyor diye de düşündürüyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.