Bir Kaç Başka Açıdan İkinci Meşrutiyet VI

 Mezkur makalenin devamında Ayşe Hür başlangıçta meşrutiyet hareketinin çıkış noktasının Fransız devrimi olmasına rağmen daha sonra “geniş halk kitlelerine yayılma” fikrinden nasılş sapıldığını şöyle ifade ediyor: “…devrimin ‘geniş halk kitlelerine dayanması’ ve ‘kanlı’ olması fikrini sevmemişlerdi. Çünkü onlara göre halkın işin içine girmesi, Osmanlı İmparatorluğu gibi son derece hassas dengelere dayanan bir yapıda, etnik ve/veya dinsel çatışmalara yol açabilir, böyle bir çatışma merkezi zayıflatabilir, bunu fırsat bilen büyük devletler azınlıkların haklarını koruma bahanesi ile imparatorluğa müdahale edebilirlerdi.”  

      Makalenin bu kısmını okuyunca akla şöyle bir soru gelmiyor değil: Başlangıçta devrimin halka dayanması fikrinden vazgeçilmesinin gerekçesi sadece makalede ifade edildiği gibi bu düşüncenin Osmanlı İmparatorluğu gibi son derece hassas dengelere dayanan bir yapıda, etnik  ve/veya  dinsel  çatışmalara yol açabilir, böyle bir çatışma merkezi zayıflatabilir, bunu fırsat bilen büyük devletler azınlıkların haklarını koruma bahanesi ile imparatorluğa müdahale edebilir endişesi miydi; yoksa ardında başka sebepler var mıydı? Yani halka dayanan her devrim –iç çatışma manasında- kanlı mı olmalıydı? Ya da kanlı olmayan halk devrimi hiç yok muydu? Bu sorunun cevabı yine aynı makalede: “1906 Temmuzunda Tahran’daki İngiliz Büyükelçiliği’nde toplanan halk “Adalet istiyoruz; Şah’la dilencinin hukuk önünde eşit olacağı bir millet meclisi istiyoruz” diye haykırıyordu. Sonuçta Şah, taleplere boyun eğdi, Belçika anayasası temelinde bir anayasa hazırlandı. Anayasada toplumsal haklar, serbest basın, bağımsız yargıdan söz ediliyordu.” Tabiî ki bu devrim alıntı yaptığımız yerin başlığında ifade edildiği gibi kansız olmuştu.

      O halde bu hareketin tabana yayılması düşüncesinin arkasında yatan başka bir sebep mi vardı? Yani meseleye radikal yaklaşanlar tarafından ifade edildiği gibi maceracı bir gurup tarafından sadece masonların güdümünde yapılan ve devlette var olan monarşik bir yapıyı oligarşik bir sahiplenmeye tebdil etme girişimi miydi bu hareket? Bu bir kitabı ya da kitaplar silsilesini içine alacak ayrı bir araştırma konusu… Ancak şunu açıkça belirteyim ki işin içinde bir sahiplenme takıntısı olduğu yadsınamaz bir gerçek. Yukarıda meseleye ideolojik yaklaşanların görüşlerini verirken sahiplenme ifadesini bilerek kullandım. Amacım “devletin bizden başka sahibi yok” gibi psiko-sosyal bir kritiğe tabi tutulacak mantığın altında yatan feci düşünceyi tefsir etmekti ki ancak böyle bir kelimeyle ifade edilir düşüncesindeyim. Bunun Osmanlı’yı nasıl bir felaketin içine ittiğini ifade etmeme bilmem gerek var mı? Kıymetli yazar Ayşe Hür makalenin sonunda “Meşrutiyet liberal bir devrim miydi?” Sorusunu şöyle yanıtlıyor: “‘1908’ yürütücülerinin ‘Aydınlanma’ felsefesinden beslenmesine rağmen ‘Aydınlanmacı’ anlamda bir ‘devrim’ değildi, daha çok kavramın 17. yüzyılda taşıdığı anlamıyla ‘restorasyoncu’ bir hareketti. İttihatçılar bireyin ve vatandaşların hak ve özgürlüklerini, ‘milletin hakları’na kurban ettikleri için ‘liberal’ de değildi.”

                                   BİLMEM ÇOK MU SEPTİĞİM?

   

       Yukarıda “sahiplenme” anlayışını göz önünde bulundurarak meşrutiyeti okumak iktiza ederse de işin  ‘restorasyoncu’ ifadesiyle dahi masumane bir vaziyet kesp edeceği düşüncesinden bile endişelenmek lazım derim… Zira “Millet için fert feda edilir…” “kaide-i zalimanesi” hala çok sahiplenmelere gerekçe gösterilir endişesi insancıl duyguları içinde barındıranları hala endişeye düçar etmektedir desem umumi efkar nazarında bilmem komplo teorisi mi yapmış olurum?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.