M. Faik Özdengül

M. Faik Özdengül

Bir de toprak olmayı dene

Yıllar önceydi. İlkokul yıllarım, rahmetli büyükbabamın meramdaki bağında domateslerin yeni filizlendiği dönem. Öğleden sonraydı. Güneşin yakıcılığını hissediyordum. Kendi başıma dolaşırken küçük bir kâğıt parçası bulmuştum toprağın arasında. Eğilip aldım. Avuç içinin yarısı kadardı. Sararmış bir kâğıt parçası. Okudum. Bir derginin okuyucuların sorularını cevaplayan bir bölümü. İlmihal ile ilgili bir soru sormuş bir okuyucu. Birisi de cevabını yazmış. Namazla ilgili bir soruydu. Soruyu ve cevabı hala hatırlarım.

 

Sonradan o dergiyi araştırdım. 1960 lı yıllarda çıkmış bir dergi. Ben okuduğumda belki yayınlanalı 15 yılı geçmişti. Kim bilir kimlerin elinden geçti. Okundu. Bir yere atıldı. Paket kâğıdı oldu belki bir kısmı. O toprağın arasına nasıl karıştı? Yağmur gördü. Soğuk gördü. Toprakla birlikte alt üst oldu. Yaşadı. Öldü. Toprağa geri döndü. Ve topraktan yeniden can buldu. Yeniden irşat etti beni. Aslı zaten topraktı. Ağaç olmuş önce sonra kâğıt sonra işlenmiş kıvamını bulmuş yazılacak hale getirilmiş ardından bilgiyi üzerine yazdırmış, okuyucuya ulaşmış ve bir şekilde sonuçta toprağa aslına yeniden dönmüş. Topraktan yeniden irşadına devam etmiş. İnsanları tabutla mı gömelim yoksa toprağa öylece mi bırakalım diye sorulunca Hz Mevlana’ya, toprağın kucağına bırakmak gerekir demiş. Tabut ağaçtan yapılır o da topraktan. İnsanın da aslı toprak olduğu için toprak anne gibidir. Kişiyi anne kucağına teslim etmeli demiş Hz pir. Tabutsa insanın kardeşi gibidir. Aynı anneden olma. İnsan da yeniden aslına ulaştıktan sonra canlılığını yeniden kazanacak.

 

Yeniden kâğıt parçasına dönecek olursak. Yazılanlar atılan ok gibiydi. Nerde ve hangi hedefi bulacağı belli olmayan oklar.

Okuyucularla belli bir süre sonra görünmez bir bağ oluşuyor arada. Hem yazanı hem okuyanı var eden bir birliktelik bu. Yazdıkça bu bağı daha güçlü hissediyorum. Ayrıca okuyanlar kendini daha fazla ifade ettikçe. Buradayız biz de varız dedikçe. Ben de biliyorum ki bu yazılanlar da hedefine mutlaka ulaşacak. Sizi de beni de var eden mutlak varlığın varlığı bu.

 

Genellikle pazartesi akşamları yazıyorum yazılarımı. Bu kez Salı sabahına sarktı. Sabahın altısında yazıyorum bu satırları. Hafta sonu Gebze ve İstanbul arasında Marmara denizine uzanan Bayramoğlu adasındaydım. Yaklaşık 1 yıldır her ayın ikinci cumasına denk gelen hafta sonları ordayım. 2 yıllık bir psikoterapi eğitimi için. 1.5 yıl daha devam edecek Allah izin verirse. Teorik kısmı bitti. Formülasyon ve süpervizyon aşamaları var daha. Aynı günlerin cumartesi akşamları da İzmit’te Kocaeli Bilim Kültür Ve Sanat Derneğinde Mesnevi dersleri yapıyoruz.

 

Disiplinli insanları hep beğenmişimdir. Ben bunu iyi becerenlerden değilim. Hayatımı planlayan birisi olamadım o anlamda. Belki de kendi eksikliklerimdir beni psikoterapiyle buluşturan. Belki değil öyle demek daha doğru. Kohut ki kendilik psikolojisini kuramlaştırmış önemli bir bilim adamı. İnsanın yaşamını tamamlaması içindeki asıl kendiliği aynalamasıyla anlamlanır der. Anlam arayışı peşinde koşanların buluştuğu yer olmasını dilediğim bir mekân burası. Bu yazılar onun için yazılıyor. Birbirimizden öğreniyoruz. Birbirimize katıyoruz. Hayatımıza anlam katalım isteğiyle.

 

Nasıl bir öğretmenin başarısı öğrencilere bağlıysa ve yine nağmeleriyle gönüllere uzanan musikişinasların başarısı dinleyenlere bağlıysa bu mekânın başarısı da okuyanların irfanına bağlı. Ve bu irfanı sizler de görüyorum. Yorumlarınızla, zaman zaman karşılaştığımızda sarf ettiğiniz sözlerle bu yazılanlara ortak oluyorsunuz. Birlikte yazıyoruz. Birlikte anlam katıyoruz yaşama. Biz de yazdıklarımızı birlikte ulaştırıyoruz ulaşması gereken yerlere. Sonra bunlar da toprağa karışacak ve yeniden hayat bulacak. Toprağa doğru yakınlaşmalıyız. Olabildiğince ona yakınlaşmalı. Anamızdan uzak kalmamalıyız. Dönüşümüz de dönmeden önceki canlılığımız da buna bağlı. Toprağa yakın duranlar, onunla yakınlığını kesmeyenler hep ve daima canlı. Daha da önemlisi üretken.

 

Anneler günü deyince geldi bütün bu çağrışımlar. Anne ve toprak ilişkisini düşününce. Veren, üreten ve taşıyanlar olma özelliği ikisini bir arada düşündüren. Toprak ona sığınanları büyütüp yüceltir. Küçük bir tohum bile olsanız. Analar da böyle. Küçük bir tohumken bizler, can verip ağaçlar gibi başımızı yukarı göğe doğru gönderiler. Kimi çınar olur kimi gül. Sonra onların da toprak olma can verme zamanı gelir. Toprağa karışmayı tercih etmeli taşlaşmak yerine. Hz pir’e kulak verelim:

“Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
Yıllarca gönüller yırtan, kalplere elem veren taş oldun; bir tecrübe et, bir zaman da toprak ol!”

www.pozitifdegisim.com

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
  • james blunt / 10 Nisan 2009 Cuma 09:57

    Üzülüp beklemekten fazlasını yap artık
    Haydi bütün yüreğinle doğrul yerinden
    Bir adım, bir özür, belki de bir tebessüm
    Ama ne olursun daha fazla bekleme
    Ve bekletme daha fazla
    Hayat bu, ertelenmez…

    Yanıtla (0) (0)
  • Figen Yavuz / 20 Mayıs 2008 Salı 13:58

    Toprak olmak kolay değil Mevlana'nın dile getirdiği anlamda. Onun gibi insanlarda boşluk yoktur. Ama mananın muhatabında elbette boşluk olacaktır. Kişi kendini bilir, bilmelidir.Ki sevdiklerinin ölümüne, ayrılıklara, büyük afetlere, insan eliyle yoğrulu haksızlıklara dışardan bakarken acıya direnç göstermek için kendini koruyan bir yanı olsun.Yoksa yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki mana yönünü hepten kaybetmiş ve taşlaşmış olsun. Kendini, farkında olmadan kabullendiler diye ötekilerden ayıranlarda daha fazla arayış göstermek lazım, çünkü sanırım 'ben'ini diğerlerine empati yapamayacak kadar doruğa çıkarmış. Biliyorsunuz en çok aranan en kayıp olandır. Selam ve dua ile...

    Yanıtla (0) (0)
  • redi / 16 Mayıs 2008 Cuma 23:30

    yazınızı okuduğumda helezonlar şeklinde hayatlar geçti gözlerimin önünden... sonumuz toprak belli.aslımıza döneceğiz bir gün, aslımız bozulmadan. toprağı diğer şeylerden ayıran en önemli özelliği, hiç bir canlıyı ayırmadan bağrına basıp, kucaklamasıdır... ondaki tüm çirkinliklerin üstünü bir şevkat yorganıyla örtmesi ve gün yüzüne çıkmasını engellemesidir. analara göre kötü insan yok Dünya'da. tüm insanlar analarının gözünün nuru degil miydi bir zamanlar...( hala da öyleler onların gözünde) peki nasıl taşlaştı bu topraklar nasıl geldiler bu hale... bu başkalaşımda Taş Devri'nin oluşmasında bizim payımız ne? işlemedik belki toprağı , işlenmeye işlenmeye taşlaştı üzerleri... kendileri de kabullendler farkına varmadan taş olduklarını... eeee herkes öyle diyorsa... bir toprak ana onları asılları olarak kabul ediyor ya da asıllarını gösteriyor. hiç birisini ayırmadan yoguruyor...asıl öze ulaşıyor... selam ve dua ile....

    Yanıtla (0) (0)
  • Dr.UĞUR / 16 Mayıs 2008 Cuma 17:07

    faik bey yazılarınızı fırsat buldukça okuyorum.yazılarınızın ruhunu beğeniyorum. hayata bakış açınız felsefi açıdan insanların yüzde doksanbeşinden daha farklı. bu fani dünyaya kalıcı eserler bırakma kabiliyeti olan insanlardan biri olduğnuz hissediliyor.bu bağlamda sizi tebrik ediyorm.Ancak yazı diliniz biraz farklı olduğu için okumakta güçlük çekiyorum. özellikle devrik cümleleriniz içice girdiği zamanlar kavramları karıştırmamak için çaba sarfediyorum.elinize sağlık. teşekkür ederim...

    Yanıtla (0) (0)
  • zeynep / 15 Mayıs 2008 Perşembe 23:13

    \'İnsan küçük bir kâinat,kâinat büyük bir insandır.\' sözünü hatırladım yazıyı okuyunca.
    Hocam İzmitte sizi dinleme fırsatı bulduğum için çok mutluyum.

    Yanıtla (0) (0)