Derya Gezgin
ANKARA, HECE YAYINEVİ VE…
(Nörobilim Ankara Yolculuğu 2) Sütten ağzımız yandığı için yoğurdu da yemekten vazgeçip, tabanvaylarımıza güvenerek Hece Dergisinin yolunu adımlamaya başladık. Elinde telefon, bize kılavuzluk eden Ümit Savaş Hoca’nın peşinden ilerlerken bir anda kitapçıların ortasında bulduk kendimizi. Fakat ne acıdır ki, elma-portakal gibi masaların üzerine dizilen kitaplar, kıymet bilmezlik çukurundan kurtulmayı bekliyor gibiydi. O anda bu düşüncemi ifade edecek bir kelime dahi bulamamıştım, hâlâ bulamıyorum. Konuşmaya, ne sattıklarının farkında olmayan kitapçılardan mı; yoksa normalde birine çarpmadan zor yürünen Ankara yollarının aksine buranın tenhalığından mı başlamalı bilemiyorum. En iyisi uzun uzun susmalı...
Varacağımız yere nihayet ulaştığınızı düşünürken tabelanın üzerinde kocaman harflerle ‘Genç Kahramanmaraşlılar Derneği’ yazılı olduğunu gördük. Biz her ne kadar bunun bilinçli şekilde yapıldığını düşünsek de Kahramanmaraşlı hocamızın da şaşkınlığı yüzünden okunuyordu. Zuhurat... Aslında sadece yanlış yöne bakıyormuşuz:)
Sonunda Hece’deydik. İçeriye adımımı atar atmaz zihnimin boşaldığını hissettim. Sanki bugün burada konuşulacaklar yaşadığım her andan, öğrendiğim her şeyden daha önemliydi. Ve yalnızca bu ânı hissetmeliydim hayatım boyunca.

Kitap kokusuna tiryaki, hatta bu konuda seçici, olduğumu belirterek söylüyorum ki yaşamım boyunca böyle büyülü bir koku hissetmedim. Yalnızca kitap değildi bu; kültürdü, birikimdi, inançtı, medeniyetti, fikirdi... Nasıl ki fırından taze çıkmış ekmek kokusu iştahı kabartıyorsa bu koku da benim iştahımı kabartıyordu. Bir an önce tanışmak, dinlemek, dolup taşmak istiyordum. Sanki birazdan, okuduğum yazarlar bir araya gelecek, kâh çayı içip sohbet edecek kâh fikirlerini beğenmeyip münakaşa edeceklerdi. Orhan Pamuk müzesinden, Yaşar Kemal Anadolu’nun en ücra köşesinden, Halide Edip milli mücadeleden ve niceleri kendi dünyalarından çıkıp gelecek, bizi derin bir sohbetin içine gark edeceklerdi. Odada onlar yoktu belki ama çok kıymetli Ömer Faruk Ergezen ve İbrahim Demirci hocalarımızla birlikteydik. Karşımda oturan bu insanlara ben diyeyim arif siz deyin âlim, hatta gelin düşüncelerimiz bir olsun ‘hakîm’ diyelim...
Dumanı üstünde çaylar sohbetimizi demlendiriyor; ağır ağır kıvrılan sigara dumanları odayı zamansızlıkla dolduruyordu. Kıvılcımlarını tutuşturmak isteyen zihinler yalnızca kitaplardan, yazarlardan, düşüncelerden bahsediyordu. Ve ben sadece bakıyor, dinliyor, sindiriyordum. Arada bir benim de adım anıldığında utanıyor; bir parça yetersiz hissediyor fakat kendimle kıvanç duyuyordum. Bugüne kadar başardıklarımın şu an burada olmam için kapıyı araladığını; tutku ve azimle yol alırsam kısa zamanda içeride olacağımı görüyordum.
Ümit Hoca’nın satırlarının seyrini belirledikten sonra bizlere hediye edilen kitaplarımızı (okudum, okuyorum ve hayran kaldım:) alıp gidecekken; hocamızın hakkı gölgede kalmasın diye, ona verilecek birkaç kitap ile benim poğaçaları takas ettik. Her üç hocamız için de kârlı, karnı acıkmaya başlayan nöronlar için zararlı bir değiş tokuştu:)
Heceden ayrılırken hüzün ve sevinç duyguları dalgalanıyordu bedenimizde. Üzgündük çünkü çok kısa sürmüştü; mutluyduk çünkü bu alemi keşfetmiştik. Artık Ankara’da her zaman yolumuzun düşeceği, hatıraları tazeleyebileceğimiz bir durak vardı.
Kitap aleminden çıkıp kitapçıya gitmek biz okurlar için bir ritüeldir. Henüz bilgiler tazeyken onları zirveye taşımak için; bahsedilen kitaplarla, konusu geçen cümlelerle temasta bulunmak, göz gezdirmek ve eski dostlarımız arasında onlara da yer ayırmak olmazsa olmazımızdır. Bizler de Dost Kitapevi’nden alışverişimizi yaptıktan sonra, yapılan eylemlere karışmamaya çalışarak, gar yoluna düşmüştük.
(Burada ufak bir parantez açıp şu an bu kelimeleri nakşettiğim defterin benim olma hikayesine değinmek istiyorum. Yolculuğumuzun başında, çantama zar zor sığdırdım küçük defterime ufak notlar karalarken bir kameranın kadrajına girmişim. Kendimi son dakika başlıkları ile grupta gördüm. Eyyüp de bunu görmüş ve ufacık defterimin her bir yanını karınca dualarımla kapladığımı fark etmiş olacak ki bugünkü sevap pointini bana bu defteri alarak kazanma kararı almış. Ankara’nın hatırımda bıraktığı en güzel ve en özel ânlardan... Gören gözlerle bakmak, hisseden yürekle yaklaşmak ve mütebessim bir anla kalbe dokunmak... Yitirmek üzere olduğum arkadaşlık kavramını sohbet ve jestleriyle tazeleyen; bir de kalem alırsa yazma setimi tamamlayacak olan arkadaşım Eyyüp’e minnet ve sevgilerimle:)
Gara geldiğimizde yaklaşık yarım saat vardı trene. Terasta oturup Ankara’nın son çaylarını yudumlarken, gün sonu değerlendirmesi yapıp, bir sonraki seyahatimizi de planlamaya çalışmıştık. Bunlar olurken hava serinlemiş, gökyüzü grileşmiş; Ankara, trenimizin arkasından suyunu dökmek için hazırlanmıştı...