Yenilmişlik duygusu

Aşk, meşk, şu, bu, o hikâye
yenilmişlik duygusudur bizi üzen
egonu şişirdiklerinde
nasılda kasılıyordun!
bir geri çekilme
seni görmemezlikten gelme
iğne batırılmışçasına
ego’nun söndürülmesi
bir çöküntü
bir yılgınlık
bir ümitsizlik
bir bitmişlik duygusu
sanki karasevdalardasın
gemilerin batmış üzüntüsü
sütten çıkmış ak kaşıksın da
seni hiç anlamıyorlar kırgınlığı
yalan
sen yenilmişlik duygusu yaşıyorsun
moral yerlerde güven sarsılmış
bu duyguyu zor taşıyorsun
egonu yeniden şişirdiklerinde
ben neymişim be abi ayaklarına yatacaksın
yeniden şişinecek
yeniden kasılacaksın
takma kafana
yenilmişlik duygusunu atacak
hayata yeniden asılacaksın.

Halil Dalman

Başarısızlık hissi, tükenmişlik sendromu ya da yenilmişlik duygusu her ne deniyorsa işin teknik tarafıyla ilgili değilim. İçimizde kıvrılıp saklanmış siyah bir yılan gibi duran ve damla damla bizi zehirleyen bir varlıktan bahs ediyorum. Bazen başladığımız her işi yarım bırakma, bazen hiçbir şeye yetişememe, bazen hayallerimizi gerçekleştirememe ya da hedefi tutturamama gibi şekillerde ortaya çıkan ama tüm davranışlarımıza ve hayatımıza tesir eden sinsi bir düşmanla karşı karşıyayız adeta…

Üstelik neyi başarırsak başaralım, ne kadar kazanırsak kazanalım, hangi aşamaya gelirsek gelelim, değişmeyen bir duygu bu… Çünkü yapabildiklerimiz her zaman düşündüklerimizin binde biri olacak! Bunun aksi hiç mümkün değil. Hani diyordu ya Mevlana: ‘İnsan bu dünya için tasarlanıp yaratılmadı tüm buhranı bundandır.’

Bu sözü biraz açarak gidersek konu daha iyi aydınlanır sanıyorum. İnsan ruhu bu âleme beden elbisesi içinde geldi. Ancak ruha bu geçici elbise dar geliyor. Temel mesele, ruh ve beden birlikteliğinin sıkıntıların da yatıyor. Bedenimizin sınırlı imkânları ile düşünce ve hayallerimizin sınırsızlığı her zaman çatışma içinde. Yüzlerce hayalden ancak onlarcası hayata geçirilebilir durumda. Bu onlarcadan kendi şartlarımıza uygun olanı en iyimser tahminle on tanedir farz edelim. Ama planlayıp tasarlayıp hayata geçirmek üzere on projemizi gündeme alsak, yine bunlardan ancak beş tanesini uygulamaya geçirebiliriz. Bunlardan bir tanesinde bile başarılı olmak aslında büyük bir başarıdır. Fakat içimizdeki o yüzlerce hayal düşünce proje tasarı hayata geçemediği için her zaman eksik yenik yetersiz hissediyoruz… Ve ne yazık ki bu duygumuzu bazen kendimizi yıpratmaya bazen de başkalarını yıpratmaya, haklı haksız eleştirmeye yönelik kullanıyoruz.

Kişisel gelişim yöntemleri bile bazı faydaları olsa da aslında şu anda başarısız olduğumuzu bize kabul ettirip bundan sonra ne yapacağımıza dair. Ama başladığı nokta yine şimdiye kadar yaptıklarımızın yanlış ve başarısız olduğu kabulü üstünde kuruluyor. Ve bir de daha fazlasını iste ! Saçmalığı … İnsan zaten istemeyi hayal etmeyi biliyor ruhunda ama bedenin imkanları, ömrünün süresi yetmiyor.

Toplumun neyi başarı neyi başarısızlık olarak kabul edip üzerimizde oluşturduğu baskıya ise hiç girmiyorum. Çünkü o toplumu oluşturan bizleriz ve birbirimize yansıttığımız negatif bakışlarla bu baskıyı kendimiz oluşturuyoruz. Bizim başkaları üzerinde yaptığımız eleştiriler ve baskılar toplumun aynasından tekrar kendimize yansıyor.

İnsanın kendi muhasebesi ya da özeleştiri böyle olamaz olmamalı…

Önce geçici dünya ve beden sınırlarımızı, ölümlü olduğumuzu hatırlamak düşünmek değil iyice özümsemek zorundayız. Sonra zamanın şartlarını, dengelerini ve kendi hayat şartlarımızı, önceliklerimizi tekrar tahlil etmemiz gerekiyor. Hiçbir zaman tüm isteklerimiz gerçekleşmeyecek, dünya eskisinden güzel olmayacak, başımıza her şey gelecek ama biz bunlara karşı duruşumuzla ve yapabildiklerimizle kemale ya da zevale ereceğiz. Yaptığımız iyi bir şeyi çok büyük görmek ne ise çok küçük görmek de o bana göre… Çünkü adalet her şeyin yerli yerinde olmasıdır. Yoksa ağaca, kuşa, denize, dağa hayran olurken kendimize haksızlık etmiş oluruz.

Sonra bu haksızlık bakışı dalga dalga çevremize yayılır. Kimsenin geçmişini, içinde bulunduğu durumu bilmeden ki bunu tam olarak bilmeye hiç imkân yoktur onu yargılarız. Kimseyi beğenmez, yüz doğrusu içinde bir yanlışını bulur, o yanlışa doksan dokuz doğruyu götürtür geçici rahatlama yaşarız. Başkasını başarısız kılma yolu ile bir anlık kendimizi muzaffer hissederiz.Ama yine de o içimize çöreklenmiş karayılanın zehrinin acısından kurtulamayız. O acı artıkça övünmelerimiz ya da yerinmelerimiz artar. Aynı duygunun farklı yansımalarıdır bu.

Toplumsal olarak da Cihan’a hükmetmiş bir imparatorluğun yenilgi ve dağılma sürecinin travmalarını atlatmış değiliz. Aşırı övgü ve aşırı yergi eğilimlerimizde, siyasi çatışmalarımızda bunu sürekli görüyoruz. Oysa kişisel olarak yukarda bahsettiğim gibi binlerce hayalden birisini gerçekleştirmek bile çok zor iken toplumsal ya da kurumsal olarak yapılan işlerin bundan kat kat zor olacağı ortadadır.

Muhasebe deyince hep eksilerin kaydını tutuyoruz. Dilerim ki bu gün bu yazıyı okuyanlar hayatına şöyle bir bakıp artıları toplasın eminim hiç deBağlantı az olmadığını görecekler…

Ve daha iyisini yapabileceklerini!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.