Türk Dış Politikasında “Keşof Olayı”

Tarih 12 Eylül 1908’i göstermektedir. Hicri takvimle 30 Ağustos 1324’e tekabül eden bu tarih Abdülhamit’in doğum gününe rastlamaktadır. Abdulhamit’in doğum günü münasebetiyle  Babı Ali’de bir ziyafet düzenlenmiş ve bütün elçiler çağrılmıştır. Tek çağrılmayan ise, Bulgaristan’ın İstanbul’daki “Kapı kethudası” unvanını taşıyan temsilcisidir. Temsilci Keşof, kendisinin de bu ziyafete çağrılması için girişimlerde bulunmuş, ama ziyafetin yabancı devlet elçilerine özgü olduğu söylenerek ziyafete çağrılmayacağı anlatılmış, bunun üzerine O da sadrazam Kamil Paşa’ya başvurmuş, bu konunun Bulgaristan’la Osmanlı Devleti arasındaki ilişkiler üzerinde fena etki doğurabileceğini üstü kapalı bir şekilde anlatmış. Bunun üzerine Kamil Paşa’da  Keşof’a “Darılırsak bizi barıştıracak dostlar bulunur” cevabını vermiş. Bunu üzerine Keşof da “darılarak” İstanbul’dan ayrılıp Sofya’ya gider.

Bir süre sonra, Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı müsteşarı da Sofya’da bulunan komiserimize başvurarak Keşof’un yabancı devlet elçileriyle birlikte ziyafete çağrılmamasının kötü etkiler doğurabileceğini açıkça söyler. Komiser bunun üzerine Babıali’ye bir telgraf gönderir. Telgrafta “ Yalnızca yabancı devlet elçilerine çekilen bir ziyafette Bulgaristan Emirliği kapı kethüdasının çağrılmasında bir neden görülmediği” belirtilmekte ve üzerinde durmaya gerek görülmediği örtülü bir şekilde söylenmektedir.

Babıali’nin hiç önem vermediği bu olay Türk dış politikası açısından  ibretliktir. Neler mi olur bundan sonra? Bu olay üzerine, Bulgaristan’da gösteriler yapılır. Osmanlı bayrağının yırtıldığı haberleri gelir. Viyana’da çıkan “Neu Frei Presse” gazetesi “Keşof Olayı”nın  Bulgarlara hakaret olduğunu söyleyerek Bulgarları kışkırtır. Yine Fransız “Temps” gazetesi Osmanlı hükümetinin bu davranışını uygun bulmadığı konusunda yayın yapmaktadır. İş raydan çıkmıştır artık.  Sonunda Bulgaristan’ın bağımsızlık isteğinde bulunduğu haberleri gelir.

Bu haberleri duyan dönemin vatansever aydınları Kamil Paşa’yı ziyaret ederler ve kaygılarını dile getirirler. Kamil Paşa ortada hiçbir şey yokmuş gibi; “Hiçbirşey olmaz!” der.

Bu davranışın  bir ihanet olduğu söylenemez, ama aymazlık olduğu kesindir. Çünkü bu olaydan  birkaç gün sonra, 5 Ekim 1908’de Tırnova’da bağımsızlığını ve krallığını ilan eden bir Bulgaristan vardır. Kamil Paşa, gereksiz yere “Keşof Olayı”nı çıkardıktan sonra, akıllara durgunluk verecek şekilde Bulgaristan’da çıkan olaylara kulaklarını tıkamış “elbette bizi bir barıştıran çıkar” diye işleri şansa bırakmış ve bu nedenle Bulgaristan toprakları da elimizden çıkıvermiştir.

Bu talihsiz olay Meşrutiyetin ilan edildiği döneme rastlar. Hüseyin Cahit Yalçın anılarında, bu döneme ilişkin acı bir itirafta bulunur: Özgür bir düzene kavuşmakla içimizde büyük bir yurt sevgisi ve gururu canlanmıştı. Uzun süredir Avrupa’nın sataşma ve hor görücü karışmaları altında yaşamaktan, bir Meşrutiyet duygusuyla kurtulduğumuzu düşlüyorduk. Şimdi bizim de bir Avrupalı devletten ne ayrılığımız kalmıştı? Oysa Avrupa, Meşrutiyet’i kuran Türkiye’nin karşısında, bir kahramana gösterilmesi gereken saygıyı ve önemsemeyi unutarak, Türk topraklarını ele geçirmek insafsızlığına kalkıyordu…

Evet dış politikada hareketlerinizi satranç hamleleri gibi uzun uzadıya düşünmeniz gerekir. Hangi hamleyi ne zaman ve ne şekilde yapacağınız çok önemlidir. Çok küçük  ve önemsiz gibi görünen olaylar sizi büyük yanlışlara ve içinden çıkılmaz durumlara sürükleyebilir. Dış politikada “dargınlık” a sebebiyet vereceğiniz  olaylar gerçekten bunu yapacak kadar mühim olmalıdır. Her adım dikkatli atılmalıdır.

Yoksa yapmak için yapmak dış politikanın yöntemi olamaz!

Önceki ve Sonraki Yazılar