Şiirimiz etrafındaki endişe

YENİ VE ESKİ ŞİİRİMİZ ETRAFINDA METAFİZİK ENDİŞE

Metafizik kavramı lügatimizde, “doğa ötesi” olarak tanımlanmaktadır.(TDK, 2005; 1380) Yani maddenin görünen tarafının ardındaki görünmeyen her şey, somut olmayan, soyut olan her şey bu kavramın içinde dahildir. Allah, melek, ölüm, âhiret, cinler alemi, şeytan, cennet , cehennem, ruh, ruhlar alemi… gibi madde ötesi her kavram metafiziğin içine dahildir.

İnsan var olduğu günden bu yana çevresini, kendini, eşyayı sorgulamış ve kainattaki bu düzen ve intizamı görmüş, bu düzen ve intizamın ancak kendini dahi var edecek üstün akıl sahibi mutlak bir varlık/varlıklar tarafından var edilebileceği kanısına ulaşmıştır. Evinden hanesinden yola çıkan insan, (ister siz buna bir tefekkür sonucu deyin, ister mülhem bir telakki olarak alın) “Ben nasıl ki bu haneyi çekip çeviriyorum, bu hanenin bir düzeni intizamı var ve bunu ben tayin ediyorum öyleyse, bu dünya denilen haneyi yapıp beni onda misafir eden ve güneşi başıma bir lamba, bir kandil gibi koyan Zat-ı Zülcelal de bu büyük dünya denilen haneyi çekip çeviriyor…” şeklinde misallerle hakikati bulmuş bazen de, enaniyetinin (benlik duygusu/gurur) verdiği sapkınlıkla Firavun gibi merdiven kurup –dar aklıyla Allah’ın kendisi gibi yüksek bir tahtta oturduğunu düşünerek- onunla konuşma yollarına gitmiş veyahut bir kişinin bu kadar işi bir arada yapamayacağını düşünerek –beşer tartısı bu kadar tartar işte- birden fazla Allah aramaya çıkmıştır. Yani metafizik endişe insanoğlunun var olduğu günden bu yana onun meselesidir, kıyamete kadar da olacağa benzer…

Eski şiirimize baktığımız zaman sorgudan uzak, mücerret bir dünya ve o dünyada kaybolan (fenafillah) insan vardı. Öyle ki aşk konusu bile ferdin inkarı şeklinde idi.(Tanpınar, 2001; 270) (1) Bunda biraz da Dini konuları sadece kalb cihetinde ele alan zahiri meseleleri halletmiş görünen Tasavvufî muhitin de rolü vardı. Hatta Vahdet’ül Vücut anlayışında ileri giderek eşyayı yok sayarak “Lâ Mevcûde İllâ Hû”(2) diyen tasavvufi bir disiplinin de bunda rolü vardı. Dolaysıyla böyle bir anlayışın tesiri altında olan Divan şiiri Allah’ın –haşa ve kella- yaratma sıfatını(özelliğini/fiiilini) bütünü ile inkar eden bu tesirle ferdi de inkar edecekti.

Yeni şiirimizde ise kendini Batı kaynaklarının verdiği serbestlikle –Akif Paşa’nın iki manzumesinde olduğu gibi- kader mülahazasının aklî izahından yoksun olarak kadere karşı isyana giden şiirimiz, bir türlü orta yolu bulamamış aklını ya inkar etmiş yahut da isyana düşmüştür. Bu durum Ziya Paşa’da ise kozmik varlıklar karşısında hayretle aklın sükûtu şeklini alır. İsterseniz bu maceranın devamını “On dokuzuncu Asır Edebiyatı Tarihi”nin sahibinden dinleyelim:

“Sanatının hızını Lamartine’in “Les Meditations”undan alan ve ortada kalan “intimiste” Recâî-zâde Ekrem yine bu şaire bağlı murakabesinin (“Tefekkür” manzumesi sırrını mersiyede bulur. Onunla başlayan mezarlıkta ve mezar başındaki bu murakabe Abdülhalim Memduh, Nâbi-zâde Nâzım, İsmail Safâ hatta Rıza Tevfik ve Tevfik Fikret gibi şairlerde devam eder. Hâmid’de mersiye daha “belde”deki Pere-Lachaise mezarlığından başlar.Hoca Tahsin, Ziya Paşa gibi sevdiği üstatlarına Selim, Fatih gibi vatan kurucu padişahlara ilham ile mezarlar yapmadan evvel piyeslerindeki kahramanlar için mersiyeler yazar. Âdil Giray’la Perihan’a “Cezmi”nin ağzından mersiye söyleyen Namık Kemal’in “Hilâl-i Osmânî”si de bir nevi mersiyedir(…) Ölen genç kız, ölen sevgili, ölen eş, şiirin bütün bir tarafı olur(…) Hâmid’ in “Makber”inde bu son iki çizgi, dönmesi imkanı olmayanla dinî taraf ve ona bağlı isyan birleşir.”(Tanpınar,2001;272)

Görüldüğü gibi bir anda metafizik endişenin ortasına farkında olmadan düşen şiirimiz, kimi zaman bu sıkıntıyı ölüye ağıt yakma cinsinden mersiyelerle, kimi zamanda teslimiyet ve isyan arasındaki gelgitlerle gidermeye çalışmıştır.     

Şiirimizdeki bu bir yerde imânî problemin temelinde yatan sıkıntı ise İman-ı Tahkiki denilen ve Kur’an’ın pek çok yerinde tekrarla akıl sahiplerine, düşünenlere, akıl edenlere seslenen mesajlardan ve bunların asrımıza bakan yönlerinden gelen mahrumiyet olsa gerek…

KAYNAKLAR

 1)Ahmet Hamdi Tanpınar, “19. Asır Türk Edebiyatı”, Çağlayan Kitabevi, İstanbul(Beyoğlu), 2001

2)Türk Dil Kurumu, “Türkçe Sözlük” Ankara, 2005

(1) Ancak buradan yola çıkarak divan şiiri bütünü ile insana ve insana ait konulara uzaktır diyemeyiz. Sadece ferde ait endişelerden uzaktır desek daha iyi olur. Şayet öbür türlü dersek o zaman Şehrengizleri, Bayramiyeleri nereye koyacaksınız. O zaman Fuzuli’nin “Selam verdim rüşvet değildir deyu almadılar.” sözünde olduğu gibi devrinin meselesine kayıtsız kalmayan bir edebiyata haksızlık etmiş oluruz.

(2) Allah’tan Başka mevcut (var olan) bir şey yoktur

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.