“Şems-i- Tebrizi

Karamanoğlu Mehmet Bey güzel dilimiz Türkçe ile ilgili buyruğunu 1277 yılında vermişti.Mehmet Bey duyarlıydı diline karşı, görüyordu o güzel dilin nasıl bir saldırı altında olduğunu.

 

Aradan yedi yüz yılı aşkın bir süre geçmiş,dilimiz yine saldırı altında. Güzelim Türkçe nerdeyse övey evlat muamelesi görüyor.

Şehrin ana caddelerine çıkıp işyeri tabelalarına bir bakmanız bile yüreğinizin burkulmasına yeter.

 

Şunu görüyorum ki Türkçe öyle güzel,öyle dayanıklı,yaşayan bir dilmiş ki,iç ve dış düşmanlarına rağmen yaşamını sürdürmüş,gelişmiş.

Beni asıl üzen dile sahip çıkması gereken yazarların da kimi kaygılarla,kimi edebi olma hevesiyle kendi sözcüklerimizi bırakıp,başka dillerin sözcükleriyle yazmalarıdır.

 

Yazının başlığı Melahat Ürkmez’in bir kitabının adı. İki yıl önce İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü yayınlamış.Yazarın, genç kuşakların anlayamayacağı kadar ağdalı, Arapça, Osmanlıca sözcüklerle dolu bir anlatımı var. Yazarın “Gönül Bahçesinde Mevlana” adlı bir romanı da Japonca yayınlandı. Eğer yazar o kitabında da böyle bir anlatımı yeğlediyse, Japonlar nasıl bir Türkçe ile karşılaştılar merak ediyorum. Yanlarına üç sözlük birden almaları gerekecek.

Osmanlıca-Türkçe, Arapça-Türkçe ve İngilizce-Türkçe.

Yazar, kitabın önsözünde,Şems’in Mevlana’ya etkisini anlatma amacıyla şöyle bir cümle kuruyur:

“Dışardan görünen manzara, Mevlana’yı, ney, rebap, kudüm ve sema’ın güliestanına çekerek dış dünyayı unutturup, ukbaya merdiven attıran bir tablodur.”

Doğrusu merdiven attırma deyimini garipsedim ben ama … "dış dünyayı unutturup, ölümsüzlüğe adım attıran bir tablodur.” cümlesi çok mu yavan kaçardı?

Yazar eserinin giriş bölümünde yine Mevlana-Şems ilişkisini anlatırken şöyle bir cümle kuruyor:

“…Diğer parçası boynu bükük kalakaldı, mecnuna döndü, amansız bir aşkla şair kesildi.”

Şair kesilmek, bizim toplumda, bildiğim kadarıyla biraz küçümseme, hafifseme içerir.

Kitap, nerdeyse tamamının Türkçe karşılıkları olan Arapça, Osmanlıca sözcüklerle dolu.

Menba, Nacizane, Hüsnizan, ipham, icmal,bab,i nikas, terennüm, nefha, sermest, hüccet, iştiyak, kadimen, meşihat, tederrüs, hamuşan, ehadiyet vb.gibi yüzlerce sözcük.

Başka yazarlardan sıkça alıntı yapan yazar bu yüzden olacak yer yer tekrara düşüyor. Öyle bir anlatım tutturuyor ki sonunda karşımıza ayakları yere basan, insan bir Şems değil, göksel bir varlık çıkıyor.

Yazar kimi zaman maddi hatalar da yapıyor. İşte kitabın 218.sayfasında, Şems’in öldürülüşü ile ilgili  cümleler.  

 

“Hazret’i Şems’e karşı çıkan fitnecilerin arasında Hz.Mevlana’nın büyük oğlu Alaaddin de vardı. Hatta Hz.Şems’i Alaaddin’in şehid ettiği söylenir. Kaynaklar bu konuyu pek faş etmiyorlar ama,doğrusu bu olsa gerektir.

İrfan güneşi Hazret’i Şems, hayatın öte yakasına geçip gittikten sonra Alaaddin’in hayatı alt üst olmuşve ağır bir hastalığa yakalanmış ve genç yaşta ölmüştür.” 

Alaaddin Çelebi, bir hastalık sonucu değil, Şems’in katli olayından sonra Kırşehir’e gitmiş, burada meydana gelen bir isyan sonucu Ahi Evren ile birlikte Nureddin Caca tarafından şehid edilmişlerdir.

Değerli yazar dostlar, dilimize biraz hürmet edin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum