Sağım Solum Dönme

Çekemediğimiz, alt edemediğimiz, sevmediğimiz, hiçbir sebebi yokken varlığından bile endişe duyduğumuz insanları pasifize etmenin, en azından onları zarara uğratmanın hiç değilse yürüdükleri yolda onları bir saniye bile olsa yavaşlatmanın en kolay yoludur, çamur atmak. Kıskançlık H.z. Adem’in oğullarının en büyüğü Kabil’den bu yana yer yüzünün en çirkin gerçeğidir. Bu gerçek yaşlı dünyamızda halife vazifesine namzet insanoğlu, var oldukça da türlü kıyafetlerle onun üzerinde arz-ı endam edecektir. Çirkinlikleri, kötülükleri, hırsı, hasetliği, yaratan Allah’a Hamd ü senâlar olsun. Bunlar olmasaydı dostluğu, paylaşmayı, kanaati, hoşgörüyü, güzel bakıp güzel görmeyi, nereden bilecektik? Öyle ya her şey zıddıyla bilinir.

Yukarıda yazımızın kelime adlı elbiselerini giyen menfi hasletlerin fert planından cemiyet planına yansıtıldığında hayat aynasında ne gibi tahribatlara sebep olduğunu bilmem anlatmama gerek var mı? Bu coğrafya bunu diğer coğrafyalara göre çok daha fazla idrak etmiş ve hala da etmekte. Kerbelâ faciası, Haçlı seferleri, Balkan savaşları, I. Dünya savaşı ve en son İstiklal harbi… Makam, mevki, önde görünme hırsı, yeraltı ve yer üstü zenginlikler uğruna yaşanan toprak kavgası çakışan kutsallıklar ve bunların bütününün mahvettiği Balkanlar’dan Arap yarımadasına ve Orta Asya steplerine oradan Kore’ye uzanan harap eller…

Evet her şeyin kökeninde yatan ötekini öte görme duygusu, “Ben tok olayım da alem ne yaparsa yapsın” veyahut “Sen çalış ben yiyeyim” in doğurduğu kavgalar ve kavgaların doğurduğu kutuplaşmış yığınlar…

Bilgi depolamayı ve Allah’ın bir ihsanı olan ilmi ve merak duygusunu –ilim diyemem- bilim ehlinin bu istidatları kötüye kullanarak iftiranın, hor görmenin, karalamanın terminolojisini oluşturduğunu gördü yıl adlı cümlelerden mürekkep asır adlı kitaplar…

Hele şu son üç asır ki bütün asırlara bedel, fitneleri, düşmanlıkları ve ektiği kin ve nefret tohumlarıyla şeytana estağfurullah çektirdi. Kitaplar irfan değil, tahribin türlü şeklini anlatan acip nesneler halini aldı, mecmualar insanı insana hedef gösterdi, Yunus Emre gibi hasıra şükredenlerin yerini, daha fazlası uğruna kardeş katledenler aldı; bir anlık keyfi eğlencesi, için anne boğazlayan kızlar, şiirlerimizde yer tutan iffet abidelerine hiç benzemiyordu… Yer yüzünde sekülerizm dini hükmediyordu, kurbanlar veriliyordu uğruna kurban olmaya aday bu dinin evlatları tarafından…

Daha dün değil miydi sırf siyasi düşüncesi kökeni yaşam tarzı inancı yüzünden ülkemin insanının birbirini vurduğu gün? Onca kaybolan değer, bilgi irfan hazinesi, gençlik… Ne yapalım yine mi başlayalım, yine mi insanlar birbirini vursun sokakta? Yine mi dünya medyasına malzeme olalım… En doğumuzdaki bir tarafımızı, en batımızdaki öbür tarafımızı tutup şak şak  mı çalsın birbirimizin özeğine çöktüğümüz için. Birbirimize ettiğimizi kim etti bize bu güne kadar?

Şimdi seksen öncesinin kalıntısı bir yazar kalkıp, beslendiği o kavga dolu yılların atmosferi tesirinde bir kitap yazıyor. Neymiş efendim filanca kişi dönme filanca kişi devşirme, filancası sabetay ve ilh… İnanın “Efendi”nin birincisini okuduktan sonra bir an ben de mi dönmeyim diye şüphe etmedim değil… Hem Yalçın’ın dönme dedikleri, devşirme dedikleri, Osmanlı tarihinde en kaliteli hizmeti veren insanlardır. Osmanlı dönemine giderek birilerini dönme, devşirme diye jurnal etmek zaten marifet değil. Zira devşirme usulü Osmanlı’da kurumlaşmış bir vaziyetteydi. Ne yapsaydı yani Atatürk, Bunları alıp “Sizin atalarınız devşirmeydi, sizinkiler dönmeydi.” diye sürse miydi? O zaman Atatürk’ün Hitler’den Musolini’den Türkiye Cumhuriyeti’nin de faşist bir devletten ne farkı olacaktı? Değil ki bu insanların ataları samimiyetle bu ülkeye hizmet etmiş. Elbette son dönemde içlerinde ihanet edenler çıktı. İyi de içlerinde ihanet edenler sadece onlardan mı çıktı? “Sonradan Dön-”memiş Müslümanların içinden, Türkler’in içinden ihanet edenler çıkmadı mı?  Hainlik, ihanet soyda değil, niyette ve iç hesaplaşmada saklıdır. Bu iç hesaplaşmayı nefsi lehine kazanan(kaybeden) ihanete her zaman açıktır.

Buyurun işte banka hortumlayanlar, çete kuranlar, kapkaç yapanlar, eroinle esrarla gençliği zehirleyenler her gün gazetelerde ve haber bültenlerinde görüyoruz. Buna ne diyeceksiniz. Soner Yalçın bunların da soyunu araştıran bir kitap yazsa ya…

SONUÇ

“Efendi”nin birincisi çıktığında gerçekçi ve bilimsel araştırmaya dayanan bir eser zannederek alıp heyecanla okumuştum. İkincinin kapağını okuduktan sonra bu geyiğin de nereye varacağını bildiğimden okumaya gerek bile duymadım. Çünkü okumaya değer o kadar önemli bilimsel eser, sanat değeri olan roman, şiir, hikaye var ki o kalın, kütle teşkil eden, iddiaları okumaya zamanım bile yok. Oysa yakın tarihi çok severim, o yüzden de Üniversitede Türk Teceddüt Edebiyat’ı derslerine daha çok ilgi duyuyordum. Bence Yakın tarihi okumak isteyenler üniversitelerdeki akademisyenlerimizin ideolojik kaygıdan arındırılmış eselerine yönelsinler. Hiç yoktan o eserler bilimsel bir çilenin ürünü…

                               

 

         

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.