Doç. Dr. Murat Kayacan

Doç. Dr. Murat Kayacan

Özgür Üniversite

Selçuk Üniversitesi Rektörü Süleyman Okudan, Senato Odası’nda bir basın toplantısı yaptı. Konuşmasında, “Öğrencileri şu veya bu şekilde yanına çekmeye çalışan bölücü faaliyetlere karşı uyanık olunması gerekir. Ülkemiz üzerinde oynanan oyunlar, yürütülen iç ve dış yıkıcı faaliyetler dün olduğu gibi bugün de devam etmektedir. Ancak milli birliğimizi bozmak, devletimizi yıkmak için olumsuz düşünceye sahip hainlerin karşısında bizlere düşen, ülkemize ve milli bütünlüğümüze sahip çıkmaktır” dedi. Sayın Rektör hakkındaki genel kanaatimin olumlu olduğunu daha önce kendisi ve Selçuk Üniversitesi hakkında yazdığım (18 Ağustos 2005) yazıda belirtmiştim. Bu nedenle basın toplantısında sarf ettiği bazı sözlere dair söyleyeceklerimin “iyi niyetli bir katkı” olarak algılanmasını isterim. Rektörün gençleri “kötü yola düşmeye hazır” yaş grubu olarak görmesini makul bulmadığımı ifade etmeliyim. Üniversite öğrencilerini ne zaman “yetişkin” olarak göreceğiz? Niçin bizim öğrencilerimiz hep saf oluyor? Niçin bu kadar kolay kandırılıyorlar? Anne, baba ve öğretmenleri onları hep “el bebek gül bebek” mi yetiştiriyor? Kurtlar niçin hep onları kapıyor? Onları bir fanusun içinde yetiştirmek zorunda mıyız? Niçin “doğruyu ve yanlışı” ayırt edemiyorlar? Bence onları asıl korunmaya muhtaç hale getiren aşırı korumacı bir yaklaşımla onları “hayatın dışına” itmek ve siyasetin dışında tutmak. Onları apolitik varlıklar olarak düşünmek ve yetiştirmek hatta onlara siyaseti yasaklamak. Okudan’ın “bölücü faaliyetlere karşı uyanık olunması gerektiği” vurgusu görebildiğim kadarıyla, insan hakları ve özgürlüklerinin genişletilmesine yönelik bir arzuyu göstermiyor. Ülkemizin üzerinde oynanan oyunlar her ülkede olduğu gibi devam edecektir. Bunun son bulması demek aslında hayatın durmasını beklemek gibi bir şeydir. Bu bağlamda, Türkiye’yi “istisnai” bir ülke olarak görmemek gerekir. Her ülkeyi içeriden ve dışarıdan ülke halkının zararına tehdit edenler olur. Ancak ülke yönetimi halk tarafından “sahiplenilmiş” ise o durumda “yıkıcı” hareketler zarar veremez. Hele hele insanlar neye inandıklarını ve düşündüklerini üzerlerinde bir baskı hissetmeksizin ifade edebiliyorlarsa o zaman ne diye “yıkıcı” çevrelere prim verecekler ki! Gençlere uygun görülen şey kampüsün yeşil alanlarında yuvarlanmak, kafelerinde hoplayıp zıplamak olmamalı. Üniversite hayatı boyunca eğlenen ve “bilim” öğrenen gençler, kullanılmaya daha müsait olmazlar mı? Hayatın içinde olsalar, öğrendiklerinin hayattaki karşılığıyla iç içe yetişseler ülkelerinin geleceklerini garanti altına almaları daha da kolaylaşmaz mı? Üniversiteli öğrenciler kulüplerini kendileri idare etseler, isteyen Abdurrahman Dilipak’ı, isteyen Doğu Perinçek’i, isteyen de Atilla İlhan’ı üniversiteye konuşmacı olarak davet etse kıyamet mi kopar? Acaba yapılması gereken, öğrencileri fikirden, siyasetten uzak tutmak mı yoksa onlara geleceğimiz üzerine kafa yormayı ancak fikri farklılıktan dolayı kimseyi de “yok saymamayı” öğretmek mi? Sözgelimi, öğrenci kulüpleri “düşünceleri doğrultusunda” dergiler çıkarsalar, üniversite yönetimi onları ayrım yapmaksızın desteklese, öğrenciler faydalı bulduklarını alsalar, diğerlerini bir kenara bıraksalar, üniversite yönetimi onlar için bir Hyde Park olsa iyi olmaz mı? Bizim gençlerimiz “hiçbir zaman ve zeminde İngiliz gençler gibi olamaz, hemen kandırılıverirler” diye bakmak aslında onların saflığının pek de “hayra yorulacak” ölçüde olmadığı anlamına gelmez mi? “Bak sen de Selçuk Üniversitesi mezunusun ve insan hak ve özgürlüklerinden yanasın. Seni de bu kurum yetiştirmedi mi?” diyenler de olabilir. Evet, bu üniversitenin bana kazandırdıklarını çok önemsiyorum ve daha iyi bir üniversite olmasının özlemini duyuyorum. Hepsi bu.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.