Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Noel ve Yılbaşı

İslam ülkelerinde çeşitli şekillerde faaliyet gösteren misyonerlerin önceliği, Müslümanları Hıristiyanlaştırmak değil, onları kendi dinlerinden çeşitli tuzaklarla uzaklaştırmaktır. Özellikle, gençler arasında İslam’a bağlılıkları artırıcı her şeyle, dolaylı bir şekilde mücadele ediyorlar. Dini hassasiyetlerini kaybeden, kendi kültür, medeniyet ve dini değerlerine yabancılaşan gençler, misyonerler için tam da aranıp-bulunmaz bir ortam olarak değerlendiriliyor. İşte asimile olmuş böylesi gençler tam da onların tuzaklarına düşüyor.  Misyonerler için bu ortamı hazırlayan faaliyetlerden birisi de “noel yortusu”nun küresel ölçekte kutlanmasıdır. Medeniyet tarihine baktığımız zaman milletler, ancak, kendi dinlerine bağlı ve milli hassasiyetlerini korudukları takdirde ayakta kalmışlar. Özellikle İslâm’a bağlılıklarını zayıflatan ve kendi medeniyet değerlerinden kopan milletler başka milletlerin uydusu olmuştur. İbn Haldun, ‘mağluplar, galipleri taklit eder” derken bu milletleri kastetmiştir. Bundan dolayı Hz. Peygamber (a.s); “men teşebbehe bigavmin fehüve minhüm/kim bir kavme benzemeye çalışırsa o da onlardandır” buyurmak suretiyle 1400 sene önceden ümmetini uyarmıştır. Her kim ki, dini değerler açısından herhangi bir kavme benzemeye çalışırsa, artık o kendi toplumuna değil, benzemeye çalıştığı topluma bağlı hale gelir. Gerçek asimilasyon bu ‘müteşebbih’ olma durumudur. Hal böyle olunca, acaba ne oluyor da müslümanlar kendi dinleriyle ve medeniyetleriyle yakından-uzaktan alakası olmayan Hıristiyanların dini bayramı olan noelle birleştirilmiş yılbaşını kutlama konusunda gayret sarfediyorlar? Kaldı ki, yılbaşı Hz. İsa’nın doğum günü de değildir.

Bundan yıllar önce yılbaşı ve noel ilişkisiyle ilgili olarak şairimiz Arif Nihat Asya, yılbaşı neyimiz olur? diye soruyor ve şu cevabı veriyordu: “29 Ekim'imiz midir, 30 Ağustos'umuz mudur, Ramazan Bayramımız mıdır? Kandilimiz midir? Kurban Bayramımız mıdır?  Biz Muharremlerle, martlarla başlayan yıllar da biliriz... ki, hiçbiri böyle şımarıklıkla, böyle ayyaşlıkla, böyle kumarbazlıkla açılmazdı. Hepsi efendi yıllardı. Memleketimize, herhalde, Beyoğlu'ndan giren, Haliç'i atlayarak Fatih'lere, Aksaray'lara, sonra Rumeli'ye ve Boğaz'ı aşarak önce Kadıköy'lere, Moda'lara ve sonra Üsküdar'lara ve oradan Anadolu'ya geçen bu bunak neyimiz olur: Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa Avrupalılıktan pirimiz mi? İstanbul'un Tepebaşı'ndan Adana'nın Tepebağı'na kadar her yeri bilen, her yere uğrayan bu moruk kimdir, necidir? Bir resmine bakarsanız Havarilere, öteki resmine bakarsanız Rasputin'e benzeyen bu iskambil papazı, aramızda nenin nesidir... bunu hiç merak ettiniz mi? Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: O Haçlı Seferlerinden kalma bir kılıç artığıdır. O zaman silahla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor. O evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit'tir... Kardeşlerini Mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor. O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, şu memlekette ocağına incir dikildikten sonra, kılığını değiştirmiş... ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan; çocuklarımızdan başlamıştır. Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi? Bırakın onun hakkından ben gelirim: İşte sakalını çekince gördünüz... sakalı elimde kaldı ve altından Lüsifer çıktı. Bilirsiniz ki casuslar da kıyafetlerini ekseriya böyle değiştirirler..” (bkz. www.  dunyabulteni.net, 29.12.2006)   

Sonuç, geleceğimizi emanet edeceğimiz gençlerimizin akıl, ruh ve beden sağlığını korumada kurumlara büyük görevler düşmektedir. Milli ve manevi alanda yozlaşmanın yegâne panzehiri,  gerek sivil ve gerekse resmi alanlarda yaygın ve örgün din eğitimini yaygınlaştırmaktır. Milletimizin sürekliliğini ve ülkemizin üniter yapısını korumada sürdürülen manevi mücadele kesintiye uğratılmamalıdır. Çünkü mücadelede süreklilik esastır. Eğer zamanında tedbir almazsak, gençliğimiz büyük bir manevi boşluğun girdabına yuvarlanıp gidecek ve elimizden kayacaktır.

Var oluşumuzun kökleri; milli, ahlaki ve manevi değerlerimize bağlılıktan geçiyor.                                 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.