Prof. Dr. Ali Akpınar

Prof. Dr. Ali Akpınar

Nene Hatun’un Huzurunda

Muhteşem ağaçları sapasağlam ayakta tutan onların sağlam kökleridir. Güçlü toplumları ayakta tutan da kökleridir. Bu yüzden istikbal köklerdedir denilmiştir. Evet kökler ne kadar sağlam olursa, gelecek de o kadar parlak olur. Tarihini, geçmişini iyi bilmeyen, mazisinden kopuk toplumlar, geleceğe kendilerini hazırlayamazlar ve uzun süre ayakta kalamazlar.

Çanakkale ruhunu anlamak için anlatılan şu ibret dolu hikaye ne kadar anlamlıdır: Bir siyasetçimiz Japonya seyahatindedir. Japonların çalışkanlıkları karşısında hayrete düşen siyasetçimiz, Japon dostuna sorar: İnsanınıza bu çalışma azmini nasıl aşıladınız? Japon şöyle  cevap verir: Biz ilkokul çağına gelen çocuklarımızı Hiroşima ve Nagazaki kentlerine götürür, atom bombasının o kentleri ne hale getirdiğini gösterir ve onlara şöyle deriz: Bak yavrum, dünya bizi bu hale getirdi! eğer biz çalışıp kendi ayaklarımız üzerinde durmazsak, dünya bizi yine bu hale getirir! Türk politikacı, Japon dostuna şöyle karşılık verir: İyi ama bizim atom bombası atılan kentlerimiz yok ki! Japon’un verdiği cevap çok daha uyarıcıdır: Sizin de Çanakkale’niz var ya!

Gerçekten de mesaj ve uyarılarla dopdolu bereketli bir tarihimiz var bizim. Ama çoğumuz, bunların çoğunun farkında bile değil. Biz tarihi ya ezber dersi olarak okur geçeriz, ya da şanlı tarih hikayeleri ile onu uçururuz. Böylece tarihteki uyarı ve dersler buharlaşır gider. Oysa tarih, ders ve ibret almak içindir. İbret alınmadığı için de tekerrür edip durmaktadır.

Peygamberimizin Uhud şehitlerini ziyaretlerinde söylediği Uhud dağı bizi sever, biz de Uhud’u! Sözünü bu bağlamda değerlendirmemiz gerekir. Bu vecize, onun çevre sevgisini ortaya koyduğu gibi, tarihî Uhud savaşını da diri tutmaktadır.

Birleşmiş Milletler, Bosna Hersek’te tarih şuurunu yok etmek için, savaşın izlerinin silinmesi için tüm yollara baş vuruyormuş. Sarayova’da yerle bir edilen binaların bir an önce yenilenmesini istiyormuş. Müslüman Boşnaklara, çağın Hristiyan Batı/Sırp-Hırvat zulüm ve barbarlığını unutturmak için tabi ki.

Unuttuğumuz, görmezden geldiğimiz ve şehitlerle beraber toprağa gömdüğümüz o kadar çok belgeselimiz var ki! Sarıkamış, Yemen, Dumlupınar, Çanakkale bunlardan sadece bir kaçı.

Erzurum Aziziye Tabyaları da bunlardan biri. Ama tarihimizin çok önemli kilometre taşlarından biri. Geçtiğimiz günlerde biz, şehir dışındaki bu tabyaları gezerken, tabyaların terkedilmişliğini ve bakımsızlığını gözlerimizle gördük. Rehberimizin söylediğine göre, Erzurum’da tabyaları gezip görme geleneği pek yaygın değilmiş. Özellikle okulların gruplar halinde gezmeleri yok denecek kadar azmış. Yani yeni kuşaklar tarihlerinden habersiz yetişiyorlar. Hayret ettik.

Dağlarla kalelenmiş şehrin giriş yollarını tutmak amacıyla yapılmış, Aziziye, Mecidiye ve diğer Tabyalar. Mahzun ama onurlu duruşlarıyla bugün de tarihe tanıklık etmeye devam ediyorlar. Doksan üç harbi diye bilinen çok önemli bir olay bu tabyalarda yaşanmış. Takvimler 1877 leri gösterirken...

O günlerde Tabyaları tutan Gazi Muhtar Ahmet Paşadır. Aynı zamanda bilge bir kişiliğe de sahip olan Paşa, sadece Erzurum’u değil, Osmanlı’nın doğu kalesini de tutmaktadır. Sultan Abdulhamid, savaş devam ederken Paşa’ya çektiği telgrafında aynen şunları söyleyerek bu gerçeğe işaret etmiştir: Benim Paşam! Bilesin ki Erzurum düşerse Osmanlı düşer. Erzurum kurtulursa, Osmanlı kurtulur.

Ruslar şehri kuşatmışlar ama, tabyalardaki güçlü direniş yüzünden bir türlü şehre giremiyorlar. Ta ki Tabyalardaki Osmanlı askerlerine süt, yoğurt getirip satan Ermeni vatandaşların ihanet etmesine kadar. Teba-ı sadıka diye bilinen Ermeniler bir gece Ruslarla anlaşıp, tabyalara giden patika yolları Rus askerlerine gösteriyorlar. Ruslar, asker uykuda iken tabyaları basıyor ve bir gecede beş binden fazla Osmanlı askerini uykuda şehid ediyorlar. Acı haber, sabah ezanlarıyla şehre ulaşıyor ve şehir ahalisi, yediden yetmişe, çoluk çocuk, genç ihtiyar, kadın erkek tabyalardaki Rus askerlerinin üzerine hücum ediyorlar ve tabya sırtlarında zorlu bir savaş oluyor. Karlar üzerine akan şehid kanlarıyla bayrağımız bir kez daha çiziliyor ve tarih yeniden yazılıyor.

1900 lü yıllarda 110-120 bin nüfuslu bir şehir olan Erzurum, şehid düşenler ve göç edenler yüzünden 8-10 bine düşüyor.

Aziziye Tabyaları, İstiklal harbinde de tarihe tanıklık etmeye devam ediyor. Henüz on yedisinde kundakta çocuğu olan bir gelin Nene Hatun, çocuğunu Allah’a emanet ederek tabyalara koşup orada düşmanla savaşıyor. 1955 de vefat ettiğinde de tabyalara defnediliyor. Bugün bir başına ve kadın başına tek mezarıyla tabyaları ve Erzurum’u bekliyor Nene Hatun.

Özetle söylemek gerekirse Erzurum bir Ruh Şehir. Yaşayan ve yaşatan şehir. Milletimizin önemli dinamiklerinden biridir Erzurum. Yeter ki onu iyi tanıyabilelim ve doğru anlayıp yorumlayabilelim.

Evet tarihe tanıklık eden âbidelerimizi korurken, onları ziyaret ederken, onların şahit oldukları tarihî olayları ibretle okumak, olanlardan ders almak ve geleceğe onların aydınlığında bakmak zorundayız.

Yeryüzünde gezin dolaşın da sizden öncekilerin hali nice oldu bir bakın! Onlar sizden çok daha güçlü kuvvetli topluluklar idiler! Ey akıl sahipleri ibret alın!

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.