Lâdikli Ahmet AğaLâdikli Ahmet Ağa...

Haziran 1969. Lâdikli Ahmet Ağa’nın irtihali. Kendisini görmedim, ama gönlümde ona karşı inanılmaz bir muhabbet var. Nedendir bilemem. Zaman zaman konuşurken içimden bir şeylerin kabardığını bana kendini hatırlattığını hissederim. Keşke yaşasaydı ve elini öpebilse idim. Şu Konya’da eli öpülecek kaç kişi kaldı ki. Onlar da gidince halimiz ne olacak. Allah’tan hayırlısı.Menkıbelerinden dinlediğime göre ümmi. Ümmi ama cahil değil. Vehbi ilim sahibi. İlmi kaynağından öğrenenlerden. Ladik’te mütevazı bir kabirde istirahat ederken bile o civarda söz sahibi gibi. Keşke Ladikliler onu daha iyi anlatabilecek yolları bulsa, keşfetse. Hakkında yazılı bir iki kitap var. Her ikisini de okudum amma onu yaşayanların, yaşadıklarının dilinden dinlemek bir başka olsa gerek. Çünkü onu yaşayanlar giderek azalıyor. Çünkü göç zamanı. Gün gelecek “Baki kalan kubbede bir hoş seda gibi kalacaklar.” Bizler anıyoruz da her şeyi unutmak ve bilmemekle ünlü gençlerimiz neler yapacak.Böyle nimetler, ihsan ile olur. Çalışmakla değil. Böyle nimetlere de kısmetle sahip olunur. Keşke gayretinde yeri kısmetten, ihsandan öte olsaydı. Biz de bu nimet için kendimizi helak edebilse idik.Hakkında çok menkıbeler okudum ve dinledim. Ama birisi var ki beni çok etkilemiş ve her fırsatta anlatır olmuştum. Vakit irtihal vaktidir. Yalancı olandan gerçeğe, sanal olandan asıl olana gitme vakti. Hz. Resül demiyor mu “İnsanlar ölüdür, ölünce dirilirler” diye. İşte o dirilme zamanı. Ahmet Ağa oğlu Zekeriya’yı çağırıyor. Diyor ki “Zekeriya. Ben gittikten sonra üç kişi gelecek. Şu emanetleri alacak. Bunları onlara ver ve onları hoş tut”. Emanet olarak verdikleri bir hırka, bir asa ve bir mühür. Velilik emanetleri bunlar.Zaman geçiyor. Zekeriya bunları unutuyor bile. Babasının her zamanki misafirlerindendir, yemez içmezler. Aradan zaman geçiyor. Tam harman zamanı. Sıcağın ve tozun insanı çaresiz bıraktığı, nefesini kestiği günler. Zekeriya harmanı bitiriyor, buğdayı samandan ayırıyor ve gecenin bir vaktinde yorgun ve bitkin buğday yığınına dayanıp âdetâ kendinden geçiyor. Rüyasında harman yerinde buğdayı çuvala dolduruyor, yorgun argın ambara geldiğinde bakıyor ki çuvalın dibi delik. Tüm buğday yolda akmış. Çuval da boş. Tekrar gidiyor. Tekrar taze bir çuvala buğdayı dolduruyor ambara gelince yine çuval delik. Bu defalarca tekrarlanıyor. Artık yorgunluktan bitap adeta rüyasında bir kez daha sızıyor. Tam kendinden geçme noktasında biri dürtüyor. “Kalk Zekeriya. Sana bahsettiğim misafirler geldi. Bekletme”. Ok gibi fırlıyor amma ne babası var ne misafirler var. Kendi kendine kızıyor. Tam gelecek zamanı buldular diye. Ama hızla eve koşmaktan da geri kalmıyor. Eve geldiğinde odanın ışığının yandığını, ateşin yakılmış olduğunu görüyor. Hızla içeri giriyor. Gelenler çayın suyunu da koymuşlar. Hoşbeşten sonra gelen zatlardan biri “Zekeriya diyor. Biz Ahmet Ağa’nın bıraktığı emanetleri almak için geldik. Sende mi? Emanetler hemen yerinden çıkarılıyor. Teslim ediliyor.Gelenlerden biri “Zekeriya diyor. İstersen otur bir zikr edelim. Sonra gideriz. Ama diyorlar, sana verilecek bir lokmamız var. Al ve bunu ye. Verdikleri yapışkan mide bulandırıcı bir şey. Zekeriya alıyor ama yemek değil elinde bile tutmak zor. Misafire ayıp olmasın diye bir lokmadan ufak bir parça zorla alıyor ve agzında giderek büyüyen lokmayı nasıl yutacağını hesap ederken, kalanı da arkaya atıveriyor.Misafirler “gel Zekeriya diyorlar. Bir de zikr edelim.” “Beni anın ki bende sizi anayım” ayetinin lezzetine varan Zekeriya, hayatında bir daha tadamayacağı bir lezzet tadıyor. Gelenler bizim zamanımız doldu diyorlar. Biz gidelim. Ama önce sana söyleyecek bir sözümüz var. O verdiğimiz hikmet lokması idi. Yemesi taşıması zordur. Onu yese idin babanın yerini sana verecektik. Zekeriya hemen arkasına hamle ediyor. Nafile. Zatlardan bir diğeri de “Olmadı Zekeriya”, diyor “Zaten buğdayı da taşıyamamıştın.” O an delinen çuvallar aklına geliyor. Nimet elinden kaçmış bir kere, kısmet değil. Ne yapsan çaresiz. Biz diyorlar. Ahmet Ağa’yı ziyarete gidiyoruz. Bize yolu göster. Zekeriya bitkin kalkıyor. Odadan çıkıyorlar. Kendi ifadesiyle havanın bir başka yıldızların bir başka parladığını görüyor. Duyduğu seslerden irkiliyor. Ağaçlar, taşlar yer gök Rabbimi zikretmekte. Zekeriya bayılıyor. Uyandığında başında gelen zatlar ona “Zekeriya diyorlar. Bu gördüğün her kişiye nasip olmaz. Olsa idi insanlar yemez içmez Rabbimizi zikr ederdi. O zaman bu dünyayı kim imar edecekti.” Sonra da gidiyorlar.İşte gerçek dünya, gerçek hayat. Biz bunları bu hikayelerden duyuyor anlıyoruz. Keşke yaşamak nimeti de bağışlanmış olsa. Ama dedim ya. O kısmet, o taktir. Böyle kişiler giderek tek tek kaybolmakta. Azalmakta, ortaya çıkmayıp kendilerini saklamakta. Anlaşılan gelişim böyle. Bize kalan hoş sedadan da öteye geçebilmek ve önce ibret sonra örnek almak.Ladikli Ahmet Ağa’nın 8 Haziran olan irtihal yılının bana hatırlattığı bir mesel. Örnek diyebilene anlatılacak çok şey var. Allah rahmet eylesin diyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.