Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Kültür ve Din İlişkisi

İnsan, bir kültür ortamında doğar ve o bu kültürle çevrelenir.  Kültür hem öğrenilir ve hem de nesillere aktarılır. Kültür dediğimiz obje, tek bir kalıptan ibaret değildir. Toplumun yaşama biçimini kuşatan tüm alışkanlıklarını içine alır. Bu açıdan,  kültür kavramının birçok tanımı yapılmıştır.  Bu bağlamda kültür, bir milletin tarih boyunca biriktirip kendine özgü şekil verdiği maddi ve manevi değer hükümlerinin karmaşık bütünlüğüdür.

Din ise, ilahi bir yasa olup akıl sahiplerinin kendi özgür iradeleriyle tercih ettiği bizzat iyi olan ve peygamber tarafından tebliğ edilen değerler manzumesidir. Bu özlü tanıma dikkat edilirse, dinin hem inanç boyutu, hem şahsın özel hayatına ilişkin ve hem de kamusal bir boyutu vardır. Dolayısıyla din, birey ve toplumda kolektif bir şuur birliği ve davranış kalıpları meydana getirir.   İşte bu açıdan din ve dinin şekillendirdiği kültür o kadar iç içe girmiştir ki, birini diğerine feda etmek mümkün değildir. 

Diğer taraftan din, kültür olaylarının tüm alanlarına yansımıştır. Kültür, aynı zamanda dini hayata bir coşku katar.  Coşkulu bir şekilde yaşanan din, kültür kimliğini ve toplumun benliğini yabancılaşmaktan korumada önemli bir işleve sahiptir.  Dinin fert ve toplum hayatından zayıflatıldığı ya da uzaklaştırıldığı dönemlerde, sosyal hayatın değişimi ile birlikte kültürel değişim de kaçınılmaz olmuştur.  Çünkü asimile olan bir insan, kendi kökenini, milletinin sürekliliğini sağlamada kültür ve karakter dokusunu oluşturan özelliklerini yitirir.  Halkının tarihi, dini ve dinle yoğrulmuş kültürel değerleriyle barışık olmayan fertler daima şahsiyet krizi yaşar, içinde başka bir kişinin olduğunu tahayyül eder.

İslam toplumlarında bu tür aydınlara ‘garbzede’ denir.  Seyyid Hüseyin Nasr’ın tespitiyle, milletinin öz değerlerinden ve irfanından yoksun olan Batılılaşmış doğulu aydınlar, hiçbir analiz ve seçmeciliğe gitmeden Batı’da olan her şeye karşı bir muhabbet, İslam’a ait olan her şeye karşı da bir nefret duygusu içerisinde yaşadıkları için tam bir alinasyon durumu yaşarlar.

İşte manevi değerlerimiz karşısında duyarsızlığı bir yaşam biçimi haline getirdiğimiz günden bu yana nesillerimiz bir aidiyet sorunu yaşamakla yüz yüze bırakılmıştır. “Hayat boşluk kabul etmez” fehvasınca, yabancı kültürler, kendi değerlerimize yabancılaşmak suretiyle boşalttığımız alanları, doldurmaya başlamıştır. Mutfak kültürümüz bile bundan etkilenmiştir. Mutfağımıza Amerikan kültürü McDonalds’larıyla, Hamburger’leriyle, Coca Cola’larıyla, kısaca fasd-food’larıyla girdi.

 İş yerlerimizin isimleri yabancı markaların isimlerinin işgaline uğradı. Bundan çocuklarımızın isimleri bile nasibini aldı. Hâlbuki isimler insana, fert ve toplumun bağlı olduğu medeniyet ve kültür evreninin ilk ifşaatlarını verir.  Eğer genç nesillerimiz kültürümüzün de yoğurucusu durumunda olan dinimizi doğru kaynaklardan öğrenme imkânına sahip olmazsa,  ruhi açlığını gidermek için sapkın ve hurafelerden beslenen bir dindarlığa yönelecektir. 

Sonuç olarak, bizler hem zihni ve hem de kültür sömürgeciliğine,  doğru bir din anlayışıyla karşı durabiliriz. Çünkü din, kültürü de besleyen temel bir ögedir. Bizi biz yapan değerlerin yaşaması, kültür dünyamızın ayakta kalmasına bağlıdır. Ayrıca belli bir vakte ve mekâna bağlı olarak yapılan ibadetlerin, zaman içerisinde kültürel boyutları da ortaya çıkmıştır. Bu durum İslam için de söz konusudur. İşte, ibadetlere canlılık katan bu kültürel boyutlardır. Dini inancın zayıfladığı toplumlarda, kültür de zayıflamaya başlar. O halde bizi bir arada tutan millet varlığımızın sürekliliği din ve kültür ayrılmazlığının yaşatılmasına bağlı olduğu unutulmamalıdır.

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum