Komplo değil, komple gerçek...

Her gün yiyip içtiğimiz maddelerin nereden geldiğini, nasıl üretildiğini, zararlı mı, değil mi, hiç düşünmeden yemekteyiz. Ekmekte kullanılan mayanın nereden üretildiğini araştırmayız da fiyatındaki en ufak artış bizi çileden çıkarır. Eti için beslediklerimizi otla beslemek mecburiyetinde olduğumuzu bilir, besi çiftliklerinde yenilen yemde neden balık unu var diye sormayız. Yediğimiz domateste zaman zaman hissettiğimiz balık kokusunun nedeni araştırmaz, rengine büyüklüğüne ezik olup olmamasına bakarız. Çünkü yemek bizim için bir zevk, hatta tercih sorunudur.

Oysa medeni ülkede yemek yiyen insanlar böyle düşünmez. Onlar yemek yemenin bir tercih ve sağlık sorunu olduğunda hem fikirdir. Onlar bu işe zevk olarak bakmazlar. Bu yüzden de her önlerine konulanı yemezler. Alacakları ürünlerin içinde neler var diye kavanozları iyice kontrol ederler. Etiketine bakarlar, içeriğini öğrenmeye çabalarlar. Çünkü onlar akıllarıyla yaşar, biz ise tercihlerimizle.

Şimdi bu yazı da nereden çıktı demeyin. Yemek tercihimizi değiştirmemizi gerektiren ciddi gelişmeler var. Aç kalmak korkusu içindeki dünya yıllardan beri geleceğin teknolojisi denilen bir gelişime ayak uydurmaya çabalıyor. Genetik mühendisliği ile bitkilerin ve hayvanların genetik yapıları değiştiriliyor. Daha çok et daha çok buğday için...

Genelde genetik yoldan elde edilen ürünler, sanki doğal yoldan elde edilen ürünlerle eşdeğerde imiş gibi düşünülür. Oysa şekli çilek de olsa bu çilek doğal değildir. Üstelik bu durum tüketicilere bildirilmez ve onların tercihi göz önüne alınmaz. Kasaptan et alırken sormadan edemeyiz, yaylım mı, besi mi. Besi ise pek mutlu olmayız ama etten de vazgeçemeyiz. Kışın ortasında taze patlıcan, domates, biber buluyorsun da daha ne istiyorsun. Aslında bu noktada bir konunun da açıklanması lazım. Hormonlu ürünler ayrıdır, genetik yapıları oynanmış ürünler ayrı. Hormon dışarıdan bir etkidir. Ama tavuk genli patates, akrep genli pamuk, balık genli domates başkadır. Birçok canlı türünden gen alınarak yeni bir çilek oluşturulabilir. Görünümü aynı çileğe benzeyen bir meyve. Mesela bitkileri donmaya karşı koruyan dilbalığı geni, antibiyotik direnci sağlayan bakteriyel bir gen ve diğer genlerin faaliyete geçmesini sağlayan viral bir gen taşıyan çilek yapılabilir. Ama bu çileğin doğal çilekle aynı olduğu söylenemez. Normal şartlarda bir çilek ancak diğer çileklerden genetik madde alabilir. Halbuki gen mühendisliği ile bilim adamları çileklere ağaçlardan, bakterilerden, domuzlardan ve hatta isterlerse insandan bile genetik madde aktarabilirler. Bu yeni organizmaya "transgenik" denir...

Sıkıntı sadece tad ve kokuda değil. Bu yeni ürünlerdeki değişik protein yapısı allerjik reaksiyonları da tetiklemektedir. Dünyada erişkinlerin % 2'sinin ve çocukların % 8'inin yiyecek alerjisi olduğu söylenmektedir. İstenmeden bu alerjik maddeler gen mühendisliği yolu ile yiyecekten yiyeceğe aktarılabilir. 1996 yılı Mart ayında Nebraska Üniversitesi’nde, Brezilya fıstıklarındaki alerjik bir maddenin soya fasulyesine aktarıldığı saptanmıştır. Soya fasulyesine aktarılan bu gen, protein içeriğinin artırılması amacıyla fıstıktan nakledilmiştir. Brezilya fıstığına alerjik olan kişilerde transgenik soya fasulyesine karşı da alerji oluştuğu anlaşılmıştır. Bunun erken dönemde anlaşılmasıyla ölümcül olabilen alerjik reaksiyonlara engel olunmuştur.

Bir doktor olarak ihtisas alanımla ilgili birçok şikâyetlerde yaş sınırının giderek düştüğünü gözlemliyorum. Özellikle kız çocuklarında hastalık oranları giderek yükseliyor. Yumurtlama bozuklukları da belki en basiti. Yumurtalık kistlerindeki artış da inanılmaz boyutlarda. Ya çocuğu olmayan hastalar. Ben bunu genetik yapısıyla oynanan besin maddelerine bağlıyorum, hatta böyle olduğuna inanıyorum.

Tohumluk yasası adı altında çıkarılmaya çabalanan yasanın sıkıntıları buradadır. AB uyum paketi içersinde görüşülen bu yasanın çıkması halinde kamu tohumculuğu her alanından çekilecek ve yerini şirketler alacaktır. Yasa taslağının 15. maddesinde bahsedilen yetki devriyle birlikte kamu üretim, sertifikalandırma, ticaret ve denetimi, uluslar arası dev tarım şirketlerine bırakılacaktır. Böylelikle de ülkemizin "gıda güvenliği" ve "gıda güvencesi" bir avuç uluslar arası gıda tekelinin insafına bırakılmış olacaktır. Böylece TİGEM (Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü) ve bağlı enstitüler aracılığıyla yürütülen tarımsal ar-ge sonucunda, TİGEM'e ait çiftliklerde tohumların üretilip üreticilere dağıtıldığı tarımsal sistem tamamen yok ediliyor.

Umarım hükümet yanlışta ısrar etmez ve hatasından döner. Tabii bir gen kaynağı olan ülkemizde, herhangi bir tohumumuzu, biyoteknolojik yöntemlerle kazandırdıkları bir özelliği gerekçe göstererek patentleyebilecekler ve le geçirmelerine müsaade etmez. Tüm Avrupa'daki bitki çeşidine yakın bir sayıda olmak üzere, 3 bini endemik toplam 13 bin bitki çeşidine sahip olan Anadolu coğrafyası, bir gen bankası niteliğinde kalır ve işgal edilmez...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.