Kar ve çocuk…

Kış kapımıza dayandı.

Yavaş yavaş beyaz kar şehri esir alacak…

Keşke bu esaret bizi çocukluk günlerimize götürebilse…

Mesela Akşehir’deki günlerime döndürebilse beni…

Evimizin karşısındaki sultandağları ne güzel bir görünüm alırdı…

Çam ağaçları ilk karla birlikte tablo gibi bir görüntüyle kucaklaştırırdı bizi…

Eski Cumbalı evlerimizin arasından geçen daracık yolu kar tamamen kapatırdı bir gece yarısı…

Tabiri caizse, diz boyu kar olurdu…

Okula bata çıka giderdik arkadaşlarla...

Mahalleye greyderin gelmesi birkaç günü bulurdu.

Evlerin çatısından sarkan buzlar birkaç metreyi geçerdi…

Bizse o koca buzların altından geçmemeye çalışırdık…

Düşerse bizi ortadan ikiye böler diye korkardık…

Kılıç gibi sarkan buzlardan korka korka okulun yolunu tutardık…

Ancak öyle direk okula gitmezdik…

Uğrayacağımız bir türbemiz vardı, oraya uğrardık ilk önce.

Cebimize koyduğumuz naylon torbalarla doğruca Seyit Mahmut Hayrani Türbesine giderdik…

Önünden geçerken kısa bir Fatiha, sonrası ilk karın üstünde kayak sefası…

Türbenin yukarısında dik ve uzun bir yokuş vardı…

Tepesine kadar tırmanır ve hazırlıklarımıza başlardık…

Naylonlarımızı bacaklarımızın arasına geçirir, ellerimizle sıkıca kavrar ve kendimizi aşağıya bırakırdık…

Sanki Uludağ’da kayak yapıyoruz…

Dünyanın en mutlu insanları biziz…

Bağırmalar, çağırmalar, küfürler, kahkahalar…

Sık sık çarpışmalar…

Ayağımızda da öyle bot falan yok, lastik ayakkabı giyilir normalde, ya da en kallavisi Esem spor ayakkabısı…

Ama biz karda daha iyi kaymak için naylon ayakkabılar giyiyoruz…

Ayağımız buz kesse de…

Bu nedenle okula biraz da geç kalıyoruz…

Okulun sobası yanıyor…

Okulumuz çok eski bir tarihe sahip, taş bir bina…

1900’lü yılların başında yapılmış…

Çok eski olduğu için öyle kolay kolay ısınmıyor…

Soba deliler gibi yanıyor ama bana mısın demiyoruz, donuyoruz…

Evden getirdiğimiz odunlar da kifayetsiz kalıyor…

Ancak öndeki bir iki sırayı ısıtıyor, geri kalanlarsa  montlarıyla idare ediyorlar…

Tabii montları varsa…

Ama gözümüz yine ilk zilde…

Zil çalıyor,  soğuğa aldırmadan fırlıyoruz dışarıya…

Kar topu savaşı, kardan adam yarışması…

Ve mutluyuz hepimiz…

Bugünkü çocukların hiçbir zaman mutlu olamayacağı kadar mutluyuz…

Çünkü kar, bir bilgisayar oyunundan daha çok mutlu eder çocukları…

Akşam eve dönerken yavaş yavaş buza çekiyor hava…

Bu sefer kayıp bir tarafımızı kırmamak için dikkatli dikkatli yürüyoruz…

Ama ne fayda, ayaklarımızda naylon ayakkabı…

Her adımda öpüyoruz yeri…

Karla bütünleşiyoruz adeta…

Ve kararıyor hava, daha fazla…

Eve yaklaştıkça, bacadan çıkan dumanı görüyoruz…

Yavaş yavaş gökyüzünde kayboluyor…

Biliyoruz ki, bizi bekleyen evdeki sıcak çorba ve sımsıcak ailemiz daha çok ısıtacak bizi…

Önceki ve Sonraki Yazılar