İttihad-ı İslam’ın neresindeyiz?

Merhum sultanlardan Yavuz Sultan Selim, “İhtilaf-ı tefrika endişesi kuşe-i kabrimde hatta bîkarar eyler beni” demiştir. Yani fırkacılığa, particiliğe, klikçiliğe, aşiretçiliğe, tarikatçılığa, cemaatçiliğe, ırkçılığa ve daha nice ayrılık unsuru varsa ona sebep olan ayrılıklar endişesi kabrimin bir köşesinde bile beni çaresiz ve kararsız halde bırakır demek istemiştir. Osmanlı’ya kudretli dönemlerinde padişahlık yapmış bir kişinin ihtilaftan ve bunun sebep olduğu tefrikadan kabrinde dahi rahat edemeyeceğini belirtmesi tefrikanın nemenem bir tehlike olduğunu aşikâr eder. Günümüzde ihtilaf ve tefrika toplumsal bir illet halini almıştır: Süleyman Efendi’nin tarzı dışındaki hizmet modelini Kur’ani saymayan, Risale-i Nurlar dışında okunan kitapları ve cemaat sohbetlerini hafif gören, Saadet-i Ebediye’yi çağın en büyük İslam kaynağı kabul eden, Türk milliyetçiliğine İslam cilası vurmaya çalışan bir tefrikalar zemini vardır. İslami cemaatler ve tarikatlar aynı zamanda mahalli kavmiyetçiliğin pençesine de yakalanmışlardır. Bir cemaat içinde çok rahatlıkla kavmiyetçi yapılanmayı görebilmekteyiz. Cemaatlerle tarikatlar kendi kişilik tipine uygun insanları yetiştirme bakımından da oldukça ısrarlı davranmaktadırlar. Kimisinin sakalı, kiminin bıyığı, kiminde akik taşlı yüzük alamet nişanı olarak görülmektedir. İslam, bir takım şekilperest tavrın elinde tekelleştirilmektedir. Bu gibi sebeplerden dolayı da Müslümanlar arasında siyasi, sosyal birlik kurulamamaktadır. Dünyada İslam birliği yara almaktadır. İslam Konferansı Teşkilatı, BM’den sonraki en büyük ikinci kitle olduğu halde etkinlik açısından zayıf kalmasının en mühim sebebi İslam’ın Kur’an merkezli anlayışının zihinlere yerleşmemiş olmasıdır. Piyasada adına İslam denen ve Kur’an dışı mişnaları yücelten anlayışın mensupları, tarihte hiçbir zaman eksik olmamıştır. İslami bir Rönesans’ın inşa edilmesinin önündeki en büyük engel İslam’a hizmet ettiklerini iddia edenler olmuşlardır. İslam’a eğitim alanında hizmet ettiğini savunan bir hareketin üyelerindeki fikir kıtlığı, tefekkür eksikliği ve cemaat dışı Müslüman aydınlara mesafeli duruş tavrı, Kur’an ve onlar arasındaki ilişkiyi sorgulamamızı gerektirmektedir. Bir de uzun uzun sakal bırakarak dindarlık şovmenliği yapan ırkçı tipler var ki, onlar akıllara ziyan. Bunlar camide, partide, sohbet mekânlarında daima önde görünmelerine rağmen akıllarıyla değil, duygularıyla Müslüman’dırlar. İslam’ı yaşamayı gelenekleri yaşamakla eşdeğer zanneden cühela tipler, maalesef İslam’ın nezafetine gölge oluyorlar.

Çukurova Üniversitesi’ndeki öğrencilik yıllarımda bir sohbete davet edilmiştim. Eğitim Fa-kültesi öğrencileri içerideydi. Öğrencilerden biri dini içerikli konuşmalar yapıyordu. Ancak konuşan kişi, Kur’an merkezli bir İslam anlayışını değil, bir cemaat merkezli İslam yorumunun ve buna paralel Sünni cemaatçiliğin erdemlerinden bahsediyordu. Sen de kırmızı kitaplardan okumuş biri olarak bize bir şeyler oku dediler. Ben de onların mişnasından bir bahis okudum, lakin yaklaşımımdan, izah tarzımdan rahatsız oldular. Hutbe-i Şamiye’yi yazan insandaki ruh asaletinin kendilerinde olmadığını, kendilerinde derin bir Kur’an kültürünün bulunmadığını, geleneksel yaşam tarzını icra eden klasik insan tipini üreten hareketlerin bir parçası olduklarını vurguladım. O mekâna giderken bir ev arkadaşının Batmanlı diğer bir arkadaşıyla tartıştığından bahsedilmişti. Onlardan birinin terliğinin altına kurt işareti çizdiğini söylemişti. Ben de konuşmam esnasında bu olaya telmihte bulunup ayakaltında çiğnenmeye layık görülen dava, asla baş tacı edilemez anlamında sözler söyledim. Bu sözüm, yarası olan kişiyi çok gocundurdu. Gocundurduğum şahıs da bu cemaatin sorumluluk sahiplerinden biriydi maalesef. Üniversitede bu arkadaşlarla bir ara konuşamaz oldum. Bana konuşmama boykotu sergilediler. Neredeyse merhaba edecek bir eski dost bulamaz oldum. Kütahyalı bir öğrenci arkadaş, samimi bir ortamda, benimle konuşmanın yasaklandığını, benim şaibeli olduğumun propagandasının yapıldığını anlattı.

Yukarıdaki anekdotu bilinçli olarak anlatıyorum. İslam davası güdenlerin kendi meşreplerine uymayan kimselere takındıkları tavra örnek olması açısından bir ibret vesikası sunmayı istedim. Bu tarz anlayışı benimseyenler, Bartelemeo’ya gösterdikleri hoşgörünün bir kıl tanesini bana veya başka bir Müslüman gösterselerdi, İslam adına elde edilen kazanımlar daha başka olurdu. Okul reklâmları yaparak nefsanî bir haz peşinde koşan bazı kimseler, keşke okullarda entelektüel bir kitle yetiştirseler de beni utandırsalar. Ben böyle bir mahcubiyetten haz duymaya razıyım. Ancak geleneksel anlayışta insan yetiştirmeyi üretiminin temel noktası yapan bir hareketten ideal anlamda çizgi beklemek de gereksizdir diye düşünüyorum. Onlar, bir alanda koşturan ama evrensel ve çağdaş Kur’an İslam’ının büyük değerlerine kıymet vermeyenler olarak nereye kadar gidebilecekler? “Devletimden izin almadan hiçbir iş yapmadım” diyen bir lideri bulunan bu hareket, Müslümanlarla ilişkilerinde devletinden ne tür bir tavsiye almıştır ki, Müslümanlara mesafeli, cemaat muhiplerine sevdalı yaklaşıyor. Bir söz arasında “Orta Asya’yı Şiileşmesin diye devlet bize bıraktı ve bizi İran’a karşı bir güç haline getirdiler” diye konuşan birinin bilincini belirleyen mezhep taassubu mudur, İslam birliği midir? Fazlurrahman’a mesafe koyanlarda ne tür bir İslam anlayışı vardır? Lütfen ciddi olalım ve Akif’in şu ölümsüz nidasına kulak verelim:

Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı

Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı        

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.