İsmailağa…

Memlekette öyle bir tablo oluştu ki ne yazayım sıkıntısı başladı. Sıkıntı konu azlığından değil, çokluğundan. “Nobel’i Türkiye için aldım” diye söyleşen bir Ermeni soykırım heveslisini mi yazsam, yoksa aynı gün Fransa’da Ermenileri sevince bulayan yasa tasarısının kanunlaşmasını mı yazsam? Yoksa dün akşam alelacele Başbakan’ın Fransa’dan aranmasını mı yazsam belli değil. Daha önemlisi başarısızlıktan başarısızlığa koşan Dışişleri Bakanı’nın hala istifa etmeme inadını mı? Yoksa Irak’ta, Kıbrıs’ta ver kurtulu oynayanların, ülkenin bütünlüğüne yönelik çabalara aynı taktiği uygulamaya çalışmaları mı? Kerkük’te iç savaş başladı, müdahale etmeyen ve dikkatleri Fransa’ya çeken hükümetten mi bahsetsem? Ben yine sık sık pişirilen İsmailağa cemaatini yazayım...

Öncelikle belirlenmesi gereken asıl ismin İsmailağa cemaati olmayışı. O bir tarikat, cemaat değil. Genelde karıştırılmış gibi görünen bu kavram üzerinden ülkede ne tartışmalar oluyor biliyorsunuz. Tarikat ayrı, cemaat ayrı bir olay. Ben cemaat olayına karşı biri olduğumdan İsmailağa cemaati lafına baştan karşıyım.

Nakşibendi tarikatından olan grup kendine mekan olarak Çarşamba’yı seçmiş. Bence burada semtin Fatih semtinin içinde olması kadar Fener Rum Patrikhanesi’nin çevresini sarması da önemli, belki de en önemli nokta burası. Buna özellikle dikkat etmek lazım. Günümüzde bir Patrikhane problemimiz var. AB hayalcilerinin başımıza sardığı, hatta ne yazıktır ki içten içe destekledikleri bir problem bu.

Fener Rum Patrikhanesi çevredeki evleri alarak kendi içine kapalı bir Vatikan oluşturmaya çabalıyor. Papa bile patriğe bu konuda destek olmak için ülkeye gelmiyor mu? Bunların karşısında tek engel olarak İsmailağa grubu var. Patrikhanenin tam karşısında en az onlarınki kadar yüksek ve gururlu bir yapı içinde oturuyorlar. Patrik her kapıdan çıktığında bunu görüyor ve kahroluyordur. Acısını da bazen ihanet, bazen de cehalet içinde çırpınan basını nemalandırarak alıyor.

Tarikatın iki önemli özelliği var. Biri genellikle Karadenizliler’den oluşması. Özellikle de Trabzonlular. Trabzonlular’ın İslam’a nasıl dört elle sarıldığı bilinir. Bu konuda sonuna kadar sadıklar. Bu bakımdan ben de kendilerini seviyorum. İkinci özellikleri kural haline gelmiş olan arazileri kendi gruplarının içinden olmayan birine satmamaktaki dirençleri. Sıkıntı da burada çıkıyor. Yüksek rakamlara kanıp parayı verene araziyi satsalar inanın hiç problem yok. Bu işlem Filistin’de uygulanmıştı. Hallerini görüyorsunuz. Patrikhane parayı verir ve o arazileri alır. Kimse de rahatsız olmaz. Ama onlar arazilerini satmamakta kararlı ve inatla ancak kendi gruplarının içinden birine satıyor. Patrikhaneyi de çıldırtan bu.

Yerli işbirlikçileri ile beraber ellerinden geleni yapıyorlar. Cinayet ise cinayet, karalama ise karalama. Kötü propaganda, yanlış tanıtım zaten bilinen metotlar. Parayı verenin yazıyı yazdırdığı basınımızda başka bir yaklaşım gözleyebiliyor musunuz? Kara çarşaflar, şalvarlar. Umacı gibi gösterme gayretleri. Ama dediğim gibi olayın arkasında sadece ve sadece o arazilerin kıymeti ve patriklik açısından önemi var. Cemaati oradan dağıtmak zor değildi ki. Biz ne olağan üstü şartlardan geçmedik mi? Ama patrik için toprağı yoksa ekümenik olsanız ne yazar.

Cinayetleri laiklik ile bağdaştırarak, tepkileri bu alana yöneltmek isteyenlere karşılık bu devleti savunanların bir organizasyonu bu olamaz mı? Grubu orada tutarak, Patrikhaneyi çaresiz ve kontrol altında tutuyor olamaz mı? İşte o zaman o insanların bu ülke için yaptığı hizmet daha iyi anlaşılır olacaktır. Ben bu ülkede devletin akılsız olduğuna, bu yazılara itibar ettiğine inanmıyorum. Devlet her şeyden haberdar ve kontrol ediyor. Hükümet olmasa da onlar bu ülkenin bölünmez bütünlüğünden yanalar. Bu konuda endişeliler ama aleni müdahale edemiyorlar.

Ne dersiniz. Bu bir mücadele şekli olamaz mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.